Gizil Arayış

gizil-arayisTopraktan olma cansız insan, Sistem tarafından sanal bir koordinata yüklenen veritabanıyla oluşturulmuş mecâzî bir ”ben” yazılımı ile hayat yolculuğuna başlayarak ezelî döngüye dâhil edilir. Ama o insan, “Belâ (Araf-172) diyerek zamansızlık boyutunda an be an şahitlik etmekte olan öz kimliğinden, her an yağan Yalın Gerçekliğinden, kendine “kimlik” perdesi bürüdükleri, “ben” dedirttikleri için uzak kalır. “ben” sanal programı ağaçtan tadıp, zamana bağlı bilinçaltı-önkabulleri ile yaşadığı için Varlığı farklı algılamaktadır. Hikmet yitik, aslî Vatan ise unutturulmuştur ona, KENDİ-liğinden işleyen Hayy içinde!..

Tek olan Varlık ülkesi, Huvel-Bâkî

Göz kırpma süresince Semâ’dan tecellî

Anlık, fânî bir sınırlama şu, Zihin Şehri

Âlemlere gebe; lakin Sırrıyla teselli

Veritabanı doğrultusunda üst/derin boyutlarının varlığından habersiz, bilincini Varlığa “ölü” olarak açan hücresel beden/dalga yapılı zihin, incelmiş de olsa mestur kordonu ile Ruh Anaya bağlı olduğundan, çiseleyen ilahi esintilerin -“ben”inin bile farkında olamadığı- özlemini, sembolik yaşamındaki sonu gelmez tatmin arayışı ile doldurmaya çalışır. Örtülü kalmış Birlik, Teklik sevdası adına yanlış boyutta aranan “ben” merkezli bencil yaşam tarzının zihne verdiği geçici mutluluk seansları, bedensel, duygusal, entelektüel hazlar ile yatay boyutta sabitlenen; ama dikeye yükselme potansiyelindeki Gizil (Potansiyel) İnsan, ön-beyin nöronlarının koşuşturmacası içerisinde yorulur ve mezara gömülür.

Gizil olarak taşınır sende, “E L” Âlemîn takısı

“Özde” derler ya, “O”! EL-İNSÂN buudun

Çıkar pabuçlarını! Ateşin ardında Evvel’in çağrısı

Koyma bilincine, artık seni yakacak odun

Mezardaki sıkışıklık -hayvan türlerinin aksine- Arş’a gebe olmasına rağmen, “ben”in, vaktini bu muhteşem sarayın bodrum katında geçiriyor oluşunun yarattığı içgüdüsel ikilemden kaynaklanmaktadır. “ben” bunun farkında olmadığından, Ruhsal doyumsuzluğunu gerek sosyalleşme çabası içerisine girdiği ideolojik, sportif, dinî, mistik, politik kulüpler, örgütler, dernekler, cemaatlere olan Ruhsal doyumsuzlukfanatizmi (âitlik hissinin doyurulması) ile, gerekse de duygusal/bedensel haz merkezlerinin tatmini ile (aşırı yeme, içme, tüketim hırsı, şehvet, alışveriş, sahiplenme vs.) gidermeye çalışır. Basın-yayın aracılığıyla da alt kişiliklerimizin düzenli/sürekli olarak tahrik edilmesi, tekno-metal-arabesk müziklerle bilinçlerimizin gerilmesi, isyana teşvik edilmesi ve böylece benliklerimizin karanlık alt mahzenlerine doğru sürüklenmeye zorlanması da dibe inişin cabasıdır. Sınırlı ve geçici oldukları için dozajları arttırılsa da bir şeyleri hep eksik bırakan bu uyuşturucuların/ uyutucuların, egonun “kendi”sini aştıramaması, en alt boyutta döndürüp durdurmasından kaynaklanan ruhsal boşluğun doldurulamaması, genetiğinden/ çevresinden getirdiği içgüdü ve dürtülerin de tetiklenmesiyle kişinin yaşamında öfke, gurur, kibir, hırs, kıskançlık, nefret, cimrilik, kaygı gibi duyguların ortaya çıkmasına neden olur ve sonuçta bilinçte “ben madde bedenim” inancı desteklenir. Bilinçaltı kişiliklerinin etkisi altında, kendinin, insanların ve eşyanın hakikatini göremeyip Andaki ihtişâmı yaşamaktan tard edilerek, varlığın hakikatinden bir kat daha perdelenir.

El-Bâkî’nin güzel, gizil sevdasına

Bekâ için yer, içer, “bir”leşir herkes

Yanar durur, “BİR”liğin silik anısına

Kesrette kaim, göğsü daralan serkeş!

kisilik-ego-id-freud

Sadece “kendisine fayda veren” bencil, ben merkezli arayışlar ile pasif alıcı konumunda; yaşamını çoğunlukla mal-mülk, itibar, şan-şöhret, güç-iktidar, cinsel doyum elde edebilmek için idâme ettiren insan, hâl diliyle üst katlara inanmadığını ifâde ettiği için aynı ortamda sabitlenmenin can sıkıntısını çekecektir. İronik olan, bu yaşam tarzını içgüdüsel olarak tercih eden kimi bireylerin, bir yandan Kutsal Bilginin açığa çıktığı Şuûrların, egodan geçirtip sistematik bir şekilde Bilinçdışı Okyanusuyla temas ettirmek, bilinci Bilinçdışı alanlar ile bütünleştirecek şekilde genişletmek için tavsiye ettiği çalışmaları yadsırken, diğer yandan da latif duyguların peşinde koşup durmasıdır. Dervişliğin gizil kalması ışıltılı boyutların bilinmemesinden kaynaklanan belirsizliğin (≈inançsızlık) verdiği boşluk/ korku/ kaygı nedeniyledir. Bu inançsızlık insanın alışkanlıklarını, huylarını değiştirmekte veya terk etmekte zorlanmasına neden olmaktadır. Kötülüğü emreden bilinçaltı bu belirsizliğe adım atmak yerine, kendisi için daha somut olan tatmin araçlarını kullanmaya, yetmediği durumlarda da sarhoşluğa, uyuşturucu kullanımına vs. yönelerek egonun içten içe bıktırtan sonuçlarını bir anlık da olsa def edip İçsel Okyanusa temas etmeye çalışmakta; ama teğet geçmektedir.

“Ben”liğinin derdinden bu üzüm sekri

Üst katları aramanın gizil dillenişi

Tatmak için lazım “Yalnız Sen” zikri

Fark et, kendindeki o Saklı Dervişi

Göklerin Krallığına yanlış yerde ve yanlış bir şekilde üzüm sekri veya mezkûr uyuşturucu anestezileri ile takılı kaldığı bodrum katını süsleyerek ulaşabileceğini zanneden yatay boyutun içi-sıkışık depresif goklerin-kralligisâkininin, tatmin edemediği istek ve arzularının dermanı Farkındalık Gelişimindedir. Gelişimin olmadığı, aynı bilinç seviyesinde (tasavvufî tâbirle doğuştan getirilen aynı ilâhi manalarda) takılı kalmak, donmak “Ölüm” demektir. Kişinin kendisine isâbet eden tüm musîbetler aslında kendisini aşması için yapılmakta olan birer çağrı, uykudan özüne uyandırmaya, diriltmeye çalışan okunası sinyallerdir.

Ezânı işitip çağrıya kulak verir, bilinç düzeyinde de talep eden olursa, kendindeki Gizil Arayış âşikâre olur. Kendisine “mecazdan Hakîkat’e git” denilir.

Çünkü ben”in sembolik yaşamından “BEN” gerçeğinedir yolculuk, Tâlip’te!..

Vahşî tabîata sahip insan toplumsal değerleri nedeniyle her zaman dışarı yansıtamadığı dürtülerini içine yönelttiğinden -doğal olarak- zihninde “kötü” olarak “etiketleneni” barındırır. Tâlip, içindeki bu dürtülere dışarıdan bakabilerek özeleştiri yapabilmeli ve oluşturacağı yeni değer yargıları ile dürtüsel bilincinin ötesinde Farkındalıklı bir kimlik oluşturmalıdır. Özeleştiri yapamayan, vicdânı devreye sokmayan insan diğer boyutlara açılan kapıyı baştan kapatmış olur.

Derinliksiz, tek açıyla bakılan ve buna takılı kalınan dışa dönük yaşamdan içe yönelen insan, ego-yansıtmalı baktığı (için kendi nasılsa, her tarafını kendisindeki gibi gördüğü) varlıkların Gerçeğini, kendindeki ilâhi mânâları güncellediğinden, kendinde açılmaya başlayan zengin bakış açısıyla müşâhede eder. Pasif alıcı konumundan aktif vericiliğe (infâk) geçen, başkalarını kendinden daha çok düşünen insanın bilinçaltındaki kördüğümler çözülmeye, patlamaya başlar. Sekîne artar, “Mi’râc”’a adım atılır..

*/ Mi’râc’ın arabası Salât’tan ve Tefekkür benzininden bahsetme gereği duymuyoruz. Arabasız ve de benzinsiz, olduğumuz yerde sabitlenmemiz, iyiliklerimizin savrulmasına neden olur! (Daha sonra ayrıntılanacaktır) /*

“ben”in bilgi yönlü farkındalığı ile yapacağı en büyük eleştiri, kendisinin “bağımsız” bir varlık olarak hiçbir zaman var olmadığı gerçeğidir. “BEN”, “ben”de, “ben”in mecaz olduğunu fark edecek, “benlik” örtüsünü kaldıracaktır. “ben” değil; BEN bulacaktır “sadece BEN vardır” diye işâret edilen ÖZ’ü, KENDİni (yoksa “ben” yoktur ki, “ben”in özü olsun!..).

Ey Sîn! Semâ’dakine yankılanan nakarat

Kaçınılmaz boyut, Muhteşem Saray

Derine özlemdendi bunca müskirât

Çıktın artık Gönül; belirdin Gökte Ay

Zihin, bağımsız bir varlığının olmadığını sezdiğinde, aldığı ilhamlardan, gönlünde bulduğu manevî zevkten ötürü gurura kapılmamalı, kendine gelen iyilikleri BEN’den; aldanışları ise “kimliğini” var sanışından bilmelidir (Şükür). Mecâzi yaşamın hayalî avuntularını terk etmek göreceli olarak kolay iken, Gerçeğin hissedilişinin pusuda bekleyen şeytana vereceği -“Kibriya” diye yutturulabilecek- “kibrini” terk etmek ise zor olacaktır.

O yüzden zorlu nefs! Gel, Bilmekten, Hissetmekten, Algılamaktan Varlığın Mâlikine sığın!..

Bil ki, mâneviyatla tatmin de, sonu gelmeyen Gizil Arayışın sahnedeki perdelerinden birisidir.

Gizil Arayış” hakkında 14 yorum

  1. Mali kül Mülkü Zül celali vel İkram;
    Ey Adem oğlu sen İnsansın İNSAN.
    İndir kendini aşağı,çekil aradan.
    Çıksın ortaya İsterse YARATAN!

  2. Değerli kardeşim, Muhteşem bir fark ediş tebrik ediyorum, Yüce Mevalmdan niyazım sizin gibi gereçği -hakikatı fark eden insanların çoğalıp bı bilgisini yaymasıdır. Yüce Mevlam ilim deryasında sulamasını niyaz ederim

  3. Merhabalar ;
    Yanmadan olmuyormuş meğerse ; aşk için ateşe düşmek lazımmış. Neler yıkılır hayatınızda neler sonlanır nelerden uzaklaşırsınız . Her bitiş yeni başlangıçlara gebedir. O size ne kapılar açar neler fark ettirir. Gönül bahçenizde rahmet yağmurları ile neler yeşertir. Farkedersiniz ki lütufmuş hepsi meğer şükredersiniz. Henüz yolun başındayım. Bir söz okursunuz duygulanırsınız . O susuzluk, o arayış hiç bitmez . Benimde temennim odur ki inşallah ; yüce mevlam hakikatı farekedenleri çoğaltır …. Alemlerin rabbine şükürler olsun.

  4. Değerli hatice kardeşim, Yazınızı okudum çok duygulandım, içimde yanan ateşe kılavuz olmuş gibisiniz, evet ayne sizin dediğiniz gibi, gerçek mutluluğun- aşkın, ancak içinde Yüce Mevlayı anmakla varıldığını tüm kalbimle gördüm, evet dediğiniz gibi henüz yolun başındayız, Yüce Mevlamdan niyazım zerrenin zerresi kadar olsa bile geriye düşmemek, her daim ileri gidebilmek, buda ancak, YÜRYÜZÜNE GELMİŞ EN MUHTŞEM BEYİN – EN MUHTŞEM İNSAN İKİ CİHAN SERVERİ RESULÜ EKREM, nebilerin hitamı olan HZ. MUHAMMED(SAV) kanalı ile inzal olan Yüce kelam Kuran-kerim ve sünettulahı. sünneti hakikat ilmi ile müşhade eden değerli ilim erbabını takip ederek(Güzel insan üstat Ahmet Hulusi gibi), her daim Yüce Mevlamızı zikir ederek Yüce mevlamızn izni ile ilerleme kayıt edilebilceğini düşünmekteyim, ŞANI SOZSUZ YÜCE ALEMLERİN RABBİ ALLAH(C.C), ilmimizi arttırmayı, hazmımızı kulaylaştırmayı nasip eyleye hakikat pınarından yudumlayanlardan olalım İNŞALLAH.

    1. zeynel, tek kelime harika bir tesbit… Allah sembollerden kurtulup gerçeğe ulaşmayı kolaylaştırsın bize ….

  5. Merhaba Sonsuzluk Kulesi Bey,
    Bu yazınız için ayrıca kutlarım sizi. Oldukça yetkin ve bütünlüklü olmuş.

    “Cıkar pabuçlarını!” derken siz de Tuva vadisinde Hz. Musa’ya yapılan hitabı kastediyor olmalısınız.
    Gazali Mişkat’ül Envar’da; “Musa, ‘ayakabılarını çıkar’ emrinden, iki alemi kalbinden çıkar at anladı. Ayakkabılarını çıkararak zahiri emre uydu, iki alemi terk etmekle de batıni emre uydu” demektedir.

    “İkili alem”lerden siz de Zahiri ve Batıni alemleri mi anlıyorsunuz?
    “İki doğu, iki batı”, “iki kere ölüp iki kere diriltilmek”, “iki cennet” (özellikle Rahman suresinde bu tanımlarla çok karşılaşıyoruz) ifadelerini siz nasıl yorumluyorsunuz?

    Cevabınız için şimdiden teşekkürler.
    Sevgi ve selamla..

    1. Evet, “S”ermin Hanım :), Gazali, Arabi ve diğerlerinin de fark ettiği gibi;
      Musa bilinci ÖZ’ünün, saf farkındalık olan BEN’inin sembolü “Ateşi” görür, kendisinin YER’e basmasını (kendine varsayımsal, bağımsız bir benlik vermesini) sağlayan pabuçlarını (dünya-ahiret nimetlerine tevessül) çıkararak.

      İki doğu iki batıyı, iki kere ölüp iki kere diriltilme olarak anlıyorum :).
      Klasik anlatımlarda iki ölüm iki diriliş, doğumdan öncesi ölü hal, ~70 yıllık ömür, ölüm ve yeniden diriliş olarak geçer malumunuz.

      Bu âyet cehennemlikler için geçmektedir. “Onlar ise: “Ya Rabbenâ!” derler, “Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. İşte günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi, telafi etme için buradan çıkmaya bir yol yok mudur?” (Mümin,40/11)

      Yani ego bataklığında olan bireyin kalın çeperli egosunun içeriğinin arınma çalışmaları ile kalbin üzerindeki örtünün açılması, birinci ölüm ve diriliş süreci, ortada hala bağımsız bir kimlik hissi var;
      egonun çeperlerinin, sınırlı ben hissinin, kimliği hissedişin ortadan kalkması ve RUH’un tenezzülü, aydınlığı, Mutlak BEN’in, sınırsız BEN hissinin, salt, saf var olma farkındalığının açığa çıkışı da ikinci ölüm ve ikinci diriliş diye anlıyorum.

      İki kere diriltilen takva sahibi insan da RUH’un irşadı/kontrolünde nefs ve kalp cennetinde yaşar bundan sonra.. Çünkü nefs de kalp de mutmain olmuştur artık.

  6. coşturan motive eden sanki tamda sorunun kaynağını işaret eden bir yazı. eline emeğine sağlık. yalnız bu benlik aleminde eğer yanılgıdaysak (ki öyle deniliyor) ve ben dediğimiz aslında yapay olansa ve bir gerçekliği yoksa ve yine asıl öz denilen de burdaki oyuna dahil değilse: yapay benlik üzerinden yapacağın her eylemin – tanımın – sorgulamanın – farkındalığın vs gibi yani benlik üzerinden tüm açılımların yine benlik çerçevesinde kalacağı için zerre kadar bir fark yaratmayacağı ve aslında belki asıl öz’ü teğet geçmenin sebebinin tamda bu tespitleri yapanın kendisi olabileceği durumu oluşmaz mı? ”ben” yanılgısı demek için bu benlikten başka birşey olmuş olmamız gerekmez mi? ve zaten maya olan benliği kavramış olan ben olmayan ben’de yanılsamanın veya bodrum katı yasalarına tabi olmayacağından maya benliğin sorunlarına da tabi olmayacaktır. ve eğer gerçekten suni benlik olmayansa, olmayan birşeyin olmayan eylemlerini olmayan birinin bir disipline sokma bir hedefe yöneltme girişimide olmayacak birşeydir! yada diğer bir deyişle olmayan bir girişim olacaktır.

    ve bir soru: arayan kimdir?

  7. İnsan çok boyutludur, kimlik, kalp, ruh boyutlarını barındırır kendinde… Kimlik, yani sanal ben içerisinde kişinin yapacağı salih eylemler zamanla geri besleme sistemi ile beyni yeniden programlayacağı için, kimliğin ağırlığı azalmaya ve kalp-ruh eylem alanı bulmaya başlayacak. Varlığı sanal olan; BEN hissine verilen örn. “itaatsiz zenci” etiketinden, sınırlamadan ibaret.

  8. insanın kendinde çok farklı boyutlara sahip olması ve kendisinin bunlardan hiç biri olmaması beraberinde benlik olarak sınırlı ve engelleyici olarak gördüğünün eylem alanında ”salih eylemler” de bulunacak olan yine bu yanılsama ben olacağından bir çözüme değil yanılsama bir çözüme diğer adıyla sorunun açımlanması dışında bir durum oluşmuyor. sınırlamaya/ben hissine örnek olarak ”itaatsiz zenci” verilebilir. tanımlamaya da/ben hissinden kurtuldum durumuna da yukarıda yaptığın tanımlamalar örnek olarak verilebilir. öte yandan ben denilenin zaten aslımız olmadığını söylüyorsun diğer yandan benin yaptıklarından kişiyi sorumlu tutuyorsun. ama sorumluluğu yüklediğin ”öte ben”in burada olmadığını ve kendisinin bilincinde olmadığını da işaret ediyorsun. neden sonuç ilişkisi üzerinden bir tanımlama ve çözüm yolları sunuyorsun. oysa tüm bunları yapanın yanılsama benlik olan ”Sonsuzluk Kulesi” ın yaptığını ve bir kısır döngüden öteye gidemeyeceğini anlamak gerekmez mi?

  9. SIFATtan ZAT ‘ı seyir; prizmaya çarpan beyaz ısığin 7 renk seklinde,herbir rengin kendini ayri ayri ZANnedilip,ZATı kendinden,KENDİ Kadar (kadEr) SEYRi.

    ZATtan SIFATi seyir; beyaz rengin TEK-BİR merkezden,SIFATlarini seyri.
    Siz nereden SEYRediyorsunuz!!!!

    Burda bir sorun kaliyor, o da PRİZMA KİM?!!!
    PRİZMA ;KENDİNİ BİLEBİLMEnin farzı.
    ZATın ,İLİM ESMAsı ;KENDİni BİLdikce duyulan HUŞU …
    ZAHİRin BATINı; BATINın ZAHİRi;

    İKİ DENİZİN BİRBİRİNE KARIŞMADIĞI NOKTA.
    KARIŞAMADIKÇA AÇIĞA ÇIKAN ”AŞK” !!!
    ” Kah çıkarım gokyüzüne, seyrederim ALEMi,
    kah inerim yeryüzüne seyreder ALEM ,BENi.”

    Siz nerden seyretmeyi DİLERdiniz ?!!!!

    Herbisey HAKK;
    7 Renk ,HAKK;
    HerAN ,7 RENKe gebe olan BEYAZ renk, HAKK;
    PRİZMA, HAKK;
    Kısacası, ” ENE’L- HAKK”…

    YOKluk YOK!!!
    SIFATların, ZATta YOKolması VAR…
    VE de RAHMİNden HER AN YENİ BİR ŞENde OLmak VAR !!!!

    mukaddes

  10. Sayın Sonsuzluk Kulesi, yazılarınızı ilgiyle okuyup faydalandim. Ancak yukarıda, itaatsiz zencinin 18 Eylül tarihli yorumundaki gayet mantıklı sorusuna vereceginiz yanıtı merakla bekledigimi bildirir, saygilar sunarim.

  11. “İtaatsiz zenci” ile sohbetimiz facebook üzerinden devam etmişti, o yüzden buradan ayrıca yazma gereği duymamıştım. Oradan buraya aktarıyorum.

    Itaatsiz Zenci bu durumun sorumlusu kim?

    Sonsuzluk Kulesi Hiç kimse/Tüm doğa

    Itaatsiz Zenci tüm doğa=hiçkimse… konuşan kim?

    Sonsuzluk Kulesi İtaatsiz Zenci, “konuşan” kendini “Sonsuzluk Kulesi” sınırlı kimliği ile deneyimleyen sendeki ve bendeki Tek Bilinç. Sorumluluk diye anlatılan; senin, benim sınırlı kimlik havuzumuza düşmüş olanların tümü. Bu sorumluluk nefsimizle hesaplaşıp, kendimizi aşabilmemiz için var sadece, bir yerlere hesap vermek maksadıyla değil.

    Itaatsiz Zenci teklik bilincinin sınırlı kimlikler üzerinden açıklana bilmesini sorunsallaştırıyorum. nefsimizle hesaplaşma işi söylemde bir problem teşkil etmesede aslında kilit nokta olduğuna inanıyorum. hali hazırda nefsin neliği konusunda tek bir veri bile yokken ve sahip olduğumuz sınırlı bilinç/ben üzerinden eylemde/söylemde bulunabileceğimizden durum tam bir paradoksa haline dönüşüyor. demek istediğim nefs denilenin aslında bilincimiz olduğuysa? sorgulama yapan, tanımlar üreten, farkında olan, mantık yürüten, vs vs.. eğer bu nefsin kendisi ise; nefsi nefs olmayan neyle aşacaksın? diğer yandan dil’in hiç bir şeye işaret etmediğini kendi içinde sonsuz bir döngü olduğunu bilmek gerek. o halde dil’de Tek bilinç dediğinde bu sadece bir tanım olur. ve hiç bir şeyi değiştirmez. ve sorumuza tekrar döneriz: konuşan kim?

    Sonsuzluk Kulesi Ahmed Hulûsi ile yaygınlaşan çok güzel bir kelime var. “İşâret edilen” diye..

    “Tek Bilinç” kelimesi ile işâret edilen hakkında yapılmış bütün tanımlar, dediğin gibi bir tanımdan ibarettir, sınırlı kimlikler üzerinden de açıklanamaz ve gerçeği ifade etmez. Dolayısıyla kavramlar, sadece üzerinde derinlemesine düşünülesi gerçeğe yaklaştırıcılardır. Tek Bilinç, zihinde “kavramların yokluğu” ile ortaya çıkan bir hâldir.

    Site üzerinde de belirttiğim üzere İnsan sadece sınırlı bilinç/kimlik değil; kimlik + (Sadr ve Fuad yönü ile) kalp + RUH boyutlarını ve bu boyutların her biri birbirleri ile ilintili olacak şekilde barındırır kendi VARLIĞINDA. Ama insanların ezici çoğunluğu sınırlı kimlik ile kendilerini deneyimlerler.

    Paradoks olarak görmenin nedeni, her şeyi bu “sınırlı kimlik” içerisinde olup bittiğini düşünmenden kaynaklanıyor. Biz sadece “sınırlı kimlik” değiliz.

    Nefs, bu sınırlılığını aşıp İLİNTİLİ, GÖBEK BAĞININ OLDUĞU, Kur’an’da Nefs-i Vahide diye işâret edilen Tek Bilince, yapacağı eylemler ile beynini yeniden programlayarak ulaşacaktır. En basitinden basit bir nefes terapisi ile bile -yukarıda da arkadaşın bahsettiği- kişi bu DENEYİMLEYEN sınırlı kimlik halini aşabilir ve sınırsızlık diye işâret edilen DENEYİMİN KENDİSİ olma durumuna çıkabilir. Deneyimin kendisi olma da, deneyimleyen yoktur, Nefs-i Vahide olaraktır gerçekleşen.

    Kalbi ve Ruhu hissettirecek bu programları üretecek olan ve Rasul’den gelen eylemlerin temel mantığı, Tek olan Varlık “sınırlı bir kimlik” olarak kendini deneyimlemektedir şeklindedir, özetle.

    https://sonsuzlukkulesi.com/hakikat-kavramlarin-yoklugu/
    Hakikat | Kavramların yokluğu | Sonsuzluk Kulesi

    Itaatsiz Zenci işaret etmekten kastını anladım fakat benim işaret ettiğim nefs denilenin kendisine yönelikti. ”bu arada ahmet hulusi veya siz fark etmez işaret edileninde işaretler alanı içine dahil olduğunu bildiğinizi varsayaraktan” evet senin tanımlamaların üzerinden gidersem bir ruhum ve kalbim olduğunuda kabul etmem gerekecek. o halde şu halde deneyimleyen ruhum mu? kalbim olmadığı kesin (tasavvufi bilgilere dayanaraktan söylüyorum) yoksa kendini ruh diye öne süren ve bana biraz daha derin ve farklı deneyim alanları sunan nefsin kendisi mi? unutmamak gerek burda ben derken sanal benliğin farkında olan benin nefs olabileceğini söylüyorum. bu ayırıma varılabilir mi? sana nefes tekniklerinin önemini anlamını ve nasıl yapman gerektiğini ve nerelere vardırabileceğini söyleyen farkındalığın aslında nefsinse?? farkındalığın=nefs ise?
    neyse! karşılıklı iletişim/paylaşım durumlarında her zaman en büyük problem ortak dil kullanma zorunluluğu olmuştur. ve maalesef bu ortak dili oluşturma epey bir zaman ve emek istemektedir. ortak dilden kastım kullanılan kavramların veya oluşturulan yapıların temeline inip ortak bir çerçeveye oturtup bu çerçeve üzerinden iletişime geçebilme olanağı bulmak. belki… saygım ve sevgim ile kal hep…!!

    Sonsuzluk Kulesi Evet, haklısın; kavram birliği olmadan uzayıp gider bu sohbet; yazı dili ile de vurgu yapamadığı için insan, daha zor haliyle Şu gülücükler dalga mı geçiyon arkadaşım gibi bile algılanabiliyor

    Ama bu güzel soruların ve zekanla kendi kavram dünyanda bu soruların incelikli cevapları da sende vardır diye düşünüyorum açıkçası .

    İşaret edilen işaretler alanı içinde değildir; öyle olsa idi o zaman söylediklerimin hiç bir anlamı kalmaz .

    İstanbul şehrinin kendisi işaret levhası içinde değildir;
    Hâl ile kâl bir değildir;
    Aşk duygusu ile aşka işaret eden gül, kalp bir değildir; vs. vs.

    Kavramlarımı Kur’an ve Hikmet (~Tasavvuf) üzerinden oluşturduğum için şu şekilde kısaca tanımlamalarımı yapayım o halde:

    RUH, TEK’tir, bölünmezdir; Nedeni ve sınırı olmayan BEN duygusudur. Denizin altında buz dağlarını birbirine bağlayan buz tabakası “gibi”. Denizin üstündeki buz dağları ise NEFS’lerimiz. Senin, benim sınırlı kimliklerimiz..

    Sınırlı kimliğimiz, RUH’taki sınırsız BEN duygusunu “sınırlar”, sınırladığı için “kimlik” dediğimiz beynin ürettiği bu ilüzyon ortaya çıkar ve RUH, o sınırlı kimlikte, o sınırlı kimliğin kendi olarak deneyimlemesine “uykuda”, “ilüzyonda” devam eder. Gözlemleyen hep Tek olan RUH yani, fark etsek de fark etmesek de..

    Daha detayları, mekanizması vs. şu yazıda.. Çok vaktim yok
    [RUH uzayındaki dalgalanmalar, ışık hızına düşüp belirginleşmeler, yoğunlaşmalar; sınırlılığı, madde bedeni/beyni vs. ortaya çıkarıyor.]

    https://sonsuzlukkulesi.com/ruh-zihin/

    KALP, NEFS ile RUH arasındaki ARAYÜZ, her insanda olduğu gibi sende de var merak etme . Denizin altındaki buz tabakası ile denizin üstündeki buz dağı arasındaki YOLdur Kalp. Kalbi çalışan da Nefsin kaba sınırlılığı gider, şeffaflaşır; o yüzden RUH’tan gelen SEZGİleri alan alandır.

    Ayet der ki “Kalpleriniz birleşti”. İşte bu birleşme, sınırlı kimliğin sınırlarının inceldiğinin göstergesidir. Telepati, eş zamanlılıklar, tevafuklar vs. hep Selîm (Selametli, esenlikli, huzur ve sevgi dolu) bir Kalp üzerinden olur.

    Kalbin çıkması, nefsin farkındalıklı olan kısmının (Kur’anda “Nefsi Levvame”) farkındalıklı çalışmalarının nefsin ilham alabilecek boyutunu ortaya çıkarmış olmasıdır (Kur’anda “Nefsi Mülhime”).

    Yani.. senin cümlenle gidersek, sanal varlığının “farkında” olan, nefsin levvame boyutu;
    Bu farkındalıkla yapılan çalışmalarla, kalbin çıkması, kimliğin şeffaflaşmasıyla yaptıklarının takvaya mı fücura mı götürdüğünü ilham olarak alması, içindeki mürşidi devreye sokması, nefsin mülhime boyutu;
    Sınırlı kimliği dursa da, kimliğin kişiyi fücura düşürmemesi, nefsin mutmainne boyutu;
    Nefiste kimliğin tamamen ortadan kalkıp Nefs-i Vahide’nin ortaya çıkışı ise, Nefsin Mardiye boyutudur ki burada Nefs Özüne, RUH’a kavuşmuş olur -aşağıdan yukarıya bakış açısıyla-, RUH olur; daha doğrusu hep RUH olduğunun farkına varır, YAŞAM olarak.

    Şunu da ekleyeyim, Nefsi Mardiye diye anlatılsa da.. Kur’an’da Mardiye olarak nefs kelimesi olmadan geçer. Mardiye olarak O’na dön denilir. Çünkü Nefs kalmamıştır, RUH’a dönüşmüştür.

    Itaatsiz Zenci sonsuzluk kulesi yazdı: İşaret edilen işaretler alanı içinde değildir; öyle olsa idi o zaman söylediklerimin hiç bir anlamı kalmaz .

    İstanbul şehrinin kendisi işaret levhası içinde değildir;
    Hâl ile kâl bir değildir;
    Aşk duygusu ile aşka işaret eden gül, kalp bir değildir; vs. vs.

    gösterge biliminden yola çıkalım veya çıkmayalım önemi yok gösteren gösterilen ve gösterge =DİL olduğunu ve dilin sadece kendi içinde devinip dış’la herhangi bir temasa geçmediği konusunda hemfikir olalım önce. istanbul tabelası istanbula değil senin bilincedeki istanbula işaret eder. ve tabela yine senin ”İŞARETLER” dizgen içinde bir bağlantıya sahip olduğundan bir anlam bulur. tabele=istanbul denklemi rahatlıkla kurulabilir. istanbul ve tabelanın kendinde şey-liklerinden bağımsız olarak. eğer o istanbul tabelasını alıp kuzey kutbuna yerleştirirsen ona denk gelen bir eskio açısından bu tabela hiçbirşeye işaret etmeyecektir. çünkü kendi dil yapısı içerisinden bu tabela herhangi birşeye işaret etmemektedir. kısacası dil=şey değildir.

    ruhun tekliği veya bileşik alan teorisi veya bürün veya vahdeti vücut -hologram evren adına ne denilirse denilsin sonuçta ayrımın olmadığı ”BİR” ”BÜTÜN” den bahseder. buna zaten itirazım yok ve böyle olması gerekiyor mantıksal açıdan.(mantığın temeli /güvenirliliği konusunda net olmadığım bilinciyle). fakat öte yandan bütünden bağımsız bir ben yanılsamasından bahsediliyor. ”kimlik” dediğin. aklıma şu soru geliyor. bu sınırlı olan kimlik nasıl olurda bütünü kavrayabiliyor? sınırlının bütünlük anlayışı ona nerden gelir? sınırlının sınırsızı bilmesi bir paradoks değil midir? tıpkı senin nikin gibi ”sonsuzluk kulesi” sonsuzluk bir kuleye sığdırılabilir mi? kulede barınıyorsa hala sonsuzluk mudur? yoksa kulenin kendisimi bir sonsuzluktur? o halde sonsuzluğun bir biçimimi var kule şeklinde? hem nasıl olurda sonlu haldeyken sonsuzluktan bahsedebiliyorum? sonsuzluk üzerine konuşup fikir yürütebiliyorsam sonsuzluğun sınırları benim algı dünyama sığar mı? eğer yanılıyorsam ”sonsuzluk” diye bahsettiğim kavram hala birşeye işaret edermi? Krisnahmurti ”bilmediğin birşeyi arayamazsın. ona doğru gidemezsin. onu çağıramazsın” der. peki o halde sınırlı benliklerimizle SONSUZ/BİR/BÜTÜN nasıl bilebiliriz? sınırlı kimlikler içerisinde ”BAŞKA” denilen ”AYNI” nın dahilinde kalmaz mı? BAŞKA, AYNININ BAŞKASI olmaz mı? kısacası sınırlı kimliğimle peşine düştüğüm sınırsız ruh, sınırlı kimliğin sınırlı kavramından öteye gidemeyeceğini ve üzerinde eylemde bulunup ilerlediği fikrine kapılması hiçbirşeye işaret etmeyen kavramların bir oyunu olduğunu anladığında ne olur? istanbul tabelası istanbula işaret etmiyorsa ne olacak?

    nefsin mertebelerini görevlerini boyutlarını değilde daha çok nefsin neliğini sorun ediyorum. amacım bu oyundan nasıl çıkacağım değil! bu oyuna nasıl girdiğimi çözme ve mümkünse buna karşı bir direniş sergileme üzerine. şu durumda tek merak ettiğim var olup olmadığı üzerine.. işin kuantumsal yanı karşılıklı yazışma ile değil ama uzun soluklu sohbetlerle mevcut yapıyı çözümleme imkanı bulabileceğimize inanıyorum.
    rica: lütfen klasik müslüman tarzında ”senin içindede iman var yok sende inanıyorsun” gibi gereksiz ve tamamen kişisel bir tatmin odaklı söylemler de bulunmayalım…
    saygım ve sevgim ile kal hep..

    Sonsuzluk Kulesi Evet, örneğimle zaten “sınırlı kimliğin” ürün olan “dilin” gerçeği ancak işâret edebileceğini anlatmak istemiştim, hemfikiriz.

    “Sınırlı olan kimlik”, bütünü kavrayamaz.

    Ancak, aklederse (elde ettiği verilerle bağlantıları kurarsa),
    sınırlı oluşuna “kıyasla” sınırsızlık diye bir şey de vardır sonucuna FİKİR DÜZEYİNDE ulaşabilir.
    [veya Matematiksel hesaplamalardan, bilimsel yaklaşımlardan ulaşabilir ki, bu teorik ispat konumuz dışında :)].

    “Sınırlı olan kimlik”, bütünü kavrayamaz.
    Ancak sınırsızlığın hissedildiği mahal sınırsızlığı tadar, hisseder, yaşar. Kur’an’da şöyle geçer: ALLAH, MELEKLER, hak ve adaleti gözeten İLİM SAHİPLERİ, O Allah’tan başka ilâh olmadığına şahit OLDU.

    İLİM, yani kendini, yani hakikatini bilme, yani gerçekte Allah’ın kendini (çünkü bizdeki “kendi”, Allah’a aittir) bilmesi ile ilgili ki önceki yorumlarım da bununla ilgili idi (kendini > sınırlayan nasıl sınırsızlığı hissedecek şekilde dönüşür).

    Itaatsiz Zenci sonsuzluk kulesi yazdı : Evet, örneğimle zaten “sınırlı kimliğin” ürün olan “dilin” gerçeği ancak işâret edebileceğini anlatmak istemiştim, hemfikiriz.
    ——————————————————————————————————————————-
    ”dil”in gerçeği işaret ettiği konusunda hemfikir değilim. böyle bir anlamaya mahal verdiysem özür dilerim. yazdıklarımdan varılması gereken nokta DİL’in GERÇEĞE değil algımızdaki İMGE’ye işaret ettiğidir. dil şeye değil şeyin bizdeki imgesine işaret eder. dil hiçbir zaman dışa yönelmez kendi içinde devinir. gerçek nedir diye sorarsan bu konuda söylenecek hiç birşey yoktur. ya niçenin dediği gibi ”HİÇ” denir. yada witgenstein’ın dediği gibi ”üzerinde konuşulamayan hakkında susmalı” denir.

    yazına cevaben:
    allah bizde sınırlı kendinde sınırsız ve biz dediğimizde allah olduğu için ve allahta sınırsız olduğu için sınırsız/ sınırlının tekrar sınırsıza dönme çabası/gayesi olarak betimlemişsin (yalnışmı okuyorum seni? lütfen düzelt) bu durumda sınırlı da sınırsız da ortadan kalkar ve bütünün kendi üzerinden kendi üzerine dönme oyunu başlar. mantıken sınırlı olan sen değilsin! sınırsızlığı deneyimlediğinde sınırsız olanda sen değilsin! bu durumda yine aynı soruma geri dönerim. KONUŞAN KİM? sen sınırlı kimliğin/benliğin değilsin. sen sınırsız olan ruhta değilsin. sen nefsinde değilsin. peki sen kimsin? eğer ruh olarak konuşuyorsan bu durumda konuşan sen değil allah olurdu. yok sınırlı kimliğinle/benliğinle konuşuyorsan o zaten bir yanılsama ve sen değilsin. nefsin ne olduğu konusunda bir bilgiye sahip değilim ama aşılması gereken birşey olduğu için ve her zaman bağımsız birşey gibi bahsedildiği için sen nefsinde değilsin. o halde sen kimsin? konuşan kim?

    ”akletme” konusunda ilginç deneyler var. belki denk gelmişsindir. sen birşeye karar vermeden altı saniye önce beynin kararı almış oluyor. ve sen 6 saniye sonra bu kararı aldığından habersiz alınmış kararı özgür iradenle(!) aldığını sanıyorsun. hatta yeni deneylerde kalp beyinden önce beyinde senin farkındalığından önce karar alıyor. sen daha seçenekleri görmeden seçmiş oluyorsun fakat bunun bilincinde değilsin. akletme konusunu ve eğer mümkünse ”çaba” konusunu iyi düşünmek gerek.
    saygım ve sevgim ile kal hep..

    Sonsuzluk Kulesi Kavramlarımızda zaten pek birliğimiz yok iken, bu kadar takılma derim kavramlara, bunun yerine ne demek istediğimi anlamaya odaklansan , benzer cümleleri tekrar etmek zorunda kalmayız. Amacımız, veya en azından benim amacım burada bilgi felsefesi yapmak değil.. Nasıl daha huzurlu olunabilirin somut adımları peşindeyim açıkçası.

    “ALLAH, MELEKLER, hak ve adaleti gözeten İLİM SAHİPLERİ, O Allah’tan başka ilâh olmadığına şahit OLDU.” ayetinin hayatıma yansımasının peşindeyim..

    Allah bir tanrı olmadığı için, “Allah’ın kendinden başka ilah olmadığının” “şahitliği”, gene “kul” olarak görünen mahalde açığa çıkıyor, çıktı, o kula sınırlığı kimliğini aştırarak. Ötelerde kendi kendine takılan, kendi kendine şahitlik yapan bir tanrı değil.

    Yani buradan gene aynı noktaya, sınırlı olandaki sınırın kalkması durumuna geliyoruz.
    Sınırsız olanın kendindeki=ortamındaki sınırsızlığına şahitliği..

    İşte bu, sınırlı kimliğimin sınırlı algısında değil, ALGI ORTAMINDA ve İMGE olmayan; ama ALGILANAN/ŞAHİT OLUNULAN bu sınırsızlık gerçekliği de sınırlı zihnin dili ile anlatılamayacağından dil ancak işaret derekesinde kalabiliyor.

    Libet’in ve günümüzdeki daha gelişmiş deneylerde ortaya çıkan da bana göre, kimliği olmayan, ALGILAMA ORTAMININ ve de ALGILAYICI’nın kendi olan bütün nefslerdeki ortak RUH’un kendindeki potansiyeli sınırlı birimler adı altında ALGILAMASI.

    RUH’taki bilginin bu deviniminde beden/beyinde ortaya çıkan akış/kompleksite bu bedeni/beyni anlamlı cümleler oluşturacak şekilde çalıştırır, konuşturur; bu konuşma ve diğer tüm özellikler (bilginin yoğunlaşmaları) RUH’a (mecazen) yapışıp, ALGILAMA ORTAMI olan RUH tarafından ALGILANDIĞINDA, bu ALGILAMA sınırlı bir kimlik hissini meydana getirir, o koordinatlarda.

    Bu sınırlı kimlik, RUH’tan AYRI olmadığından da kendinde açığa çıkan “çaba” hem kendinin hem de RUH’un ORTAKLAŞA çabasıdır. O yüzden “çaba”göstereceğiz, 6 sn. önce olmuş bitmiş olsada olmasa da.

    RUH, ötesindeki, kendinden ayrı bir sınırlı kimlikte çaba açığa çıkartmıyor.
    RUH’ta-sınırlı kimlikte çaba açığa çıkıyor.
    Kader tartışmalarına benzedi…
    İkilik düşünmeden bakarsak çözüme kavuşur.
    İkilik olmadan düşünmemizi de dil engelliyor haliyle.

    “ben” sınırlılığımla nefsim; sınırsızlığımla RUH.

    Itaatsiz Zenci demek istediğini ve kaygını gayet iyi anlıyorum. çabanıda takdir ediyorum fakat eğer yazdıklarımı cevap verme çabasında değilde tam olarak neye işaret ettikleri bakımından okusaydın aslında kaygımızın aynı olduğunu ve benim senden farklı olarak tanım ve kavramlara dolayımlanmak yerine bunları yıkmanın sınırlarımızın duvarlarına vurulan balyoz etkisi yaratabileceğini anlatmak istediğimi anlardın. bilgi felsefesi yapmadığımı, biraz felsefe okumuş olsaydın bilirdin. diğer yandan kavramlara takılmadığımı ama aksine tüm kavramları dikiş yerlerinden patlatma gayretinde olduğumu ve çok aşina olduğumuz kavramları bile sorgu alanına almamız gerektiğini vurgulamak istediğimi görürdün. herşeye bir tanımının olması ve bu tanımlarının dile gelebiliyor olmasını hiç tuhafsamadın mı?
    ”insanla allah arasındaki en kalın perdeler irfan sahibi kimsenin irfanı! ibadet edenin ibadeti ve dindarın dindarlığıdır! (beyazıt-i bestami)” bende tam bu noktadan yola çıkmıştım. aşina olduğumuz ve hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz kavram/eylem/deneyim lerimizin aslında tamda engel teşkil edebilecekleri üzerine bir sorunsallaştırma..
    neyse kısaca demek istediğim şuydu. eğer hali hazırda sınırsız ruha erişmemiş ama arayan bir sınırlı kimlik çerçevesinde konuşuyorsan söylediklerinin hepsi boş bir laftan laf ebeliğinden öteye gitmez. ne kadar ince düşünülmüş olursa olsun ne kadar derine inilmiş olursa olsun önemi yok. tüm söylem ve eylemlerin kendini kandırmaktan ibaret..
    neyse işte kal dilediğince…
    not: yazdıklarımı hakaret düzleminde okuma lütfen!

    Sonsuzluk Kulesi Dostum, zaten kavramları Şuur’da (< bak, mecburen Şuur da, Bestami'nin "irfan" kelimesi de bir kavram, Arabi'nin eserleri kavramlarla dolu) yıkarak hakikate erişilebileceğini gene kavramlarla anlatma çabası içindeyiz. Levent öz olarak ifade etmiş. Sorun ne ben anlamadım Sen balyoz etkisi diyorsun ben işâret eder kelimesini kullanıyorum farklı olarak. Neyse, uzattıkça "sınırlı kimliklere" takılma riski beliriyor , selamlar.

    Itaatsiz Zenci ''bir ayetin anlamı, onu okuyan kişinin anladığı ile aynıdır'' der arabi! kavramların bir şeye işaret ettiğini ve bu işaretlerle bir yere ulaşma girişimlerinin sonucunu artık var sen hesap et… sınırlı kimlikler içindeyken sınırlı kimliğe takılma riski kaygısını neden taşısın ki insan yağmurlu havada ıslanmaktan korkmak gibi sana girdiğin yolda başarılar dilerim.. kal gönlünce

    Sonsuzluk Kulesi Kavramsız, kalbin, kalpte yolculuğu da var da ondan.. Sınırlı kimliklerden ibaret değiliz demiştik ya..

  12. İnsan kimdir yahut insan kim olmalı ?

    İnsanı yaratmadan Kur’anı öğretemezsin..!! Burada ki yaratılış fiziksel mi yoksa ölü bir kalbin Kur’an ile yeniden dirilmesi mi ? O halde nedir bu Rahman suresinin şu iki ayetinin sırrı..!!

    55/RAHMÂN-2

    1.Kur’ân’ı öğretti.

    Bu ayete sorumuzu soruyoruz insan yaratılmadan Kur’an nasıl öğretilir ?

    2.İnsanı yarattı.

    Burada insan yaratılmış lakin önce insan yaratılır sonra Kur’an öğretilir fiziksel yasa budur o halde nedir bu vaziyet dersek ?

    Ayet fiziksel yaratılıştan bahsetmez ..!! Zira insan yaratılmadan Kur’an öğretilemez

    Kısaca ölü kalpler Kur’an ile yeniden hayat bulur filizlenir ve insan dediğimiz fiziksel bedene Kur’an güzel ahlakı inşa ederek gerçek bir insan olması sağlanır.

    İşte bu sebeple Yüce Allah Kur’anı öğretti insanı yarattı buyurur..

    https://www.facebook.com/temelivahiy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir