Riyazet: Dengeli Yaşam – 6

farkindalik(Önceki bölümler Riyazet: Dengeli Yaşam -1, 2, 3, 4, 5)

Şahsım için dine ve hayata çok farklı bir bakış açısı veren Tasavvuf bilgisi ile ilk tanıştığım dönemlerde, bir ikilemin içine düşmüştüm, aldığım işlenmemiş, ham veriler nedeniyle:

Bir yanda Her ne ararsan Kendinde ara anahtar bilgisi, diğer yanda da, Kaldır Kendini aradan, Çıksın ortaya Yaradan ifadesi arasındaki görünüşteki çelişki nedeniyle..

Hem kendimi aradan kaldırıp, hem de kendimde Hakikati nasıl arayacaktım? Kendim yok olacaksam, yok olan kendim nasıl kendini bilecekti? Hatta, kendim aradan kalkacaksa, “ben” olmayacaksam, Hakikatten bana ne idi? :) Hakikat denilen olgu her ne ise onu kim yaşayacaktı?

Hangi “Kendim”?

Sorunun cevabı “kendiyi – kendimi” arayış – anlama sürecinde “kendi” zaviyemden şöyle çıkmıştı:

Toplumun, kültürün, çevrenin oluşturduğu alt kişiliklerimiz (Bknz. Cinler | Bilinçaltı “saklı kişilikler”), ve bunların bileşkesi, “kişi” oluşumuz, kendimizin kaba “ego” yönü idi kaldırılacak olan, ilk etapta. Tasavvuf’ta anlatılan “Nefsi Emmare”nin kişiye has orjinalliğine dahi sahip değildi o! Çünkü, “başka”larının üretimi idi.. 

O, fabrikasyon, sanal olan “kişiliğin” ötesinde Farkındalıklı, Şuurlu yeni bir, Birey olan boyut programlanacak (tasavvuf terminolojisi ile bekâ-billahı yaşayacak alt yapı; kendisi değil !); ve Bireysel Gelişim/Levvame/Tarikat süreciyle egonun sahteliğisonucuyla ise Bireyselliğimizle sezeceğimiz “Hiçliğimiz” = “Varlığa aidiyetimiz” fark edilecekti!

Lehü’l Mülk! Mülk, Varlık O’na aittir (tasavvuf terminolojisi ile fenâ-fillah süreci).

Yaratıcı Zeka, Ruh – İlahi Nefes ile, Hakikat ile Şah damarı = İlahi kablomuz üzerinden gerçekleşen bağlantımız o Bireysellik ile sezilecekti. Daha doğrusu, ilahi kablomuz ile olan bağlantımızı fark etme, idrak genişletme eğitimleri (> Salât) ve bu doğrultuda yaşama aşamaları Bireysel Gelişim/Arınma (> Zekât) idi.

Yani, Tasavvuf veya Kur’ani karşılığı olarak, 3 aşamalı (5:93) Takvalanma süreci (Bknz. Kur’an’da Oruç notu), ilk aşamada sahte olan “kişilik”ten (> dûnillah, Allah’ın aşağı katlarından) arınma, paralelinde varlığını Hakikatten, Şuurdan, Şuurlu yaşamaktan alan, varlığı Gerçek olan bir “Birey” olmaya, Göğe yükseliş, Rabbe dokunuş yolculuğu idi (> Mi’rac) (> ledun, Allah katına).

hakikate-yolculukRûmi’nin dediği de anlaşılır olmuştu..

Ey insan!

Şu senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir deniz. Yüzlerce âlem, o denizde gark olup geçmiştir.

***

Ego bazlı Kişi-sel değil de, Nefsin Birey-sel gelişiminin olgunlaşmasıyla, Hakikati (Bknz. Hakikat | Kavramların yokluğu), yani nefsimizin/kendimizin Varlıktan – Vahdet/Teklik ve Tekliğin gündelik zihnin algısına indirgemesi olan Tevhid/Birlik’ten – ayrı, bağımsız bir varlığının olmadığının, Hiçliğin hissedilmesi de bu Fıtrata/Kaynağa yaklaşmış Birey boyutumuz ile gerçekleşiyor. Çünkü, Bireylik çıktıkça, nefsimizin ego yönünün dış faktörlerle örülmüş sanal sınırları da yumuşuyor ve Göksel Su (8:11) ile abdest alarak/vaftiz olarak Nefeslenen Nefs, gittikçe yoğunlaşan coşku ve sevgisiyle, Varlıkla olan Yekpareliğini -kendiliğinden- hissetmeye başlıyor.

Bu yazı dizisi boyunca anlatmaya gayret ettiğim, Kıyamet (> Şuursal ayağa kalkış/Diriliş) alametlerini/göstergelerini tetikleyen Gözlemleyen/Sorumluluk alan/Proaktif Bilinç vurgusu, Hakikat (> ledun) ile ego (> dûnillah) arayüzündeki Birey boyutumuzun menzilini oluşturuyor.

Şunu iyi bilelim ki, “ego”, yani Şeytan -tasavvuf terimiyle- fenâ-fillahı, yani Allah indindeki yokluğunu, “secdeyi” fark edemez, mahiyeti gereği. Hem egosunun sanallığını, hem de nefsinin vefat ve ölümünü (Bknz. Nefsin Vefat ve Ölümü, Allah yolunda öldürülenlerfark etme -meleklerden teşekkül- Birey boyutumuza aittir, ego yönümüze değil.

Kişi, Bireysel Gelişim yolculuğunda, Allah’ın Fıtratının (> işleyen kurallarının) üzerine yaratılmış olan terkibinin (> yani, kendi nefsine has Allah’a ait isim/mana/özellik bileşimlerinin), çarpıtılarak sivriltilmiş, dengeden uzaklaştırılmış versiyonlarını (> yani Öz’den uzaklaşma, egonun/Şeytanın oluşumu) ve bunların uydurduğu alt – kişiliklerini (> cinleri) gözlemleyip tespit eder önce (Bknz. önceki bölümler).

“Terkip” sözcüğünü, aşina olmayanlar için kısaca açalım:

Allah’ın 99 ismi diye adlandırılan sayısız özellikleri tüm varlığın her noktasında farklı farklı açığa çıkış dereceleriyle kayıtlı bulunur. Evrende işleyen kanun çarklarının tetikleyicisidir bu manalar. Bu oranlara göre varlıkta her çeşit işler veya davranışlar tetiklenir.

Çok basit bir misal olarak.. Örneğin, bir kişide tüm özellikler içinde El-Celal, El-Kahhar ismi, diğer bir insanda da El-Halim, El-Latif ismi ağırlıklı olarak açığa çıkmış olsun… Bu, Allah’ın Fıtratı üzerine kişiye has oluşmuş terkibidir, mana bileşimidir. Ve bu farklılıklar Allah’ın kendini o bireyde Rab olarak göstermesi demektir (> Rububiyet boyutu) aynı zamanda.

Terkibimizdeki > Bireyliğimizdeki bize has, farklı derecelerdeki Allah manalarının bazısının enerjileri de ata dini (Risalet’ten/Vicdan’dan/Evrensel anlayıştan perdeleyen örf/kültür/çevre/kişisel şartlandırmalar > Şeytan’ın) etkisiyle iyice sivrilir veya tıkanır. Yani, Rab katından Ego katına düşeriz.

Yani? El-Celal, El-Kahhar özelliklerinin diğerlerine nazaran çok fazla tetiklenerek öfkeli, acımasız bir kişiliği çıkartması.. El-Halim, El-Latif manalarının çok fazla tetiklenerek saf, mülayim hatta pısırık bir kişiliği çıkartması, gibi.. Yani Fıtrattan/Dengeden uzaklaşıp oluşan sınırlılıklarımız..

Tespit, tahlil ve çözüm yollarının meyvesi terkibi yaşamaya yaklaşmış Gerçek Benliğimizi olgunlaştırır. Bu olgunlaşma, Bireyin, Benliği ile duygu – düşünce – davranışları arasında gözlem mesafesini daha da genişletir. Genişleyen gözlem mesafesi, Allah’a ait, nefsimizi meydana getiren mana bileşimlerinin sadece bizim için yaratılan orijinal oranlarına, yani, doğumla beraber getirdiğimiz Fıtrattaki terkibe yaklaşmak demek.

Kişiliklerimizi çözümleyip, bizi sınırlayanları, doğuştan getirdiğimiz Fıtrata yaklaştırmak, Allah manalarını dengeli bir şekilde yaşamaya dönüştürmek Kur’an ifadesiyle, Rabb’in gelmesi (89:22) veya Rabbi tanımaktır, anlayabildiğim kadarıyla..

Peki, bunun günlük yaşamdaki karşılığına misal ne olabilir?

Örneklemeden devamla.. El-Celal, El-Kahhar ağırlıklı kişi Rabbi’ni tanıdığında, Gerçek Beni olgunlaştığında, sivrilikleri minimize edildiğinden acımasızlığı Hak/Hakikat/Hukuk için kızgınlığa iner/dönüşmüş olur.

El-Halim, El-Latif ağırlıklı kişi Rabbini bildiğinde, mülayimliği sadece Hak/Hakikat/Hukuk için yumuşak olmaya dönüşür. Yani, Rabbi tanıma sonucunda da herkes potansiyelindeki terkibine göre, kendi farklılığını, Bireyliğini, orjinalliğini ortaya koymakta.

İnsan doğuştan keder, öfke, endişe, şımarıklık, kin, haset, vs. gibi duygularla gelmez; ama sıkça – çokça üzülmeye, kızmaya, korkmaya, sevinmeye, vs. meyilli doğabilir. Takva çalışmaları (> Savm-Oruç), terkip kaynaklı bu meylin kontrolüdür.

Terkibin ötesi ?

Birey-liğimize has terkibimiz, Allah’a ait bir takım özelliklerin bir araya gelmesinden müteşekkil olup doğası gereği “sınırlıdır”. Kendini -bağımsız/ayrı- bir varlık olarak hisseder. Varlıktan, Tek olan Nefs’ten, Tek Bilinç’ten (> Nefsi Vahide), geçici olarak varlıklanan (4:1), bağımsız bir nefs = kendim hissinin çıkış noktasıdır. Orjinalliğimizi ortaya koyuyor olsa da, tabiatının verdiği sınırlamalarla insanı cehennem çukurlarına düşürme ihtimali de var hala, doğal olarak.

Ama Fıtrattaki mana terkibi yaşanarak hatırlandıkça ( > Zikir), dengeli ifade biçimi, riyazi yaşam tarzı demlenip, bilinçaltımız da katman katman temizlenip tortularından/yüklerinden kurtuldukça, Kalbin son menzile, Evrensel Bilinçaltına temas vakti gelir:

vav-harfiRiyazat’ın, Cihad’ın diğer bir semeresi, “kendimizi oluşturan” terkibin ötesinde, Sınırsız Ben‘den, Rabb’ül Âlemin olan Allah’tan gelen esintilerle kesintili, yüzeysel, minik de olsa secde/fenâ/sükunet hâllerinin zihne doğması. Kalp Ay’ının RUH Güneşi ile birleşmesi (75:9). Saf Hakikat.. Yekpare Teklik..

O anlarda terkibin, Allah’a ait isimlerin yansıması olan düşünceler, duygular, zihinsel içerik (qualia), kendim hissi hiçliğe düştüğünden, geriye zihinsel içeriğini değil, Varlık hissini bölünmeden yekpare deneyimleyen Sırf – Saf, Kozmik Bilinç hali kalır.

Saat gelip çatmış, Varlık Cem (Bir ve Tek) olmuş, tüm kavramlar – etiketler bayılmış, “Benlik” hissi tüm varlığı örtmüştür (Bknz. SÛR’a Üfürüldü!..).

Tüm insanların potansiyelinde olduğundan, gündelik yaşamımızda, saniyelerle de olsa egonun bağının çözülerek nefsi rahatlattığı bazı anlar bu hâllerin izdüşümleri, cüzleri, işaretçileridir aslında. Adeta, “unutma, bundan daha güzeli/derinleri/süreli olanları da var, bunu bil”, diye fısıldanmaktadır bizlere..

Güzel bir manzaraya bakarken ki hayranlık, dinlenen bir müzik/şiir karşısındaki esrime, lavaboda giderilen ihtiyaç, cinsel birliktelikte yaşanan orgazm hali gibi..

***

Kozmik hâller, tabiatımızı zorlayan abartılı aç – susuz kalma tarzı ağır riyazatlarla, veya ben-ötesi meditasyon, mantra – klasik zikir teknikleriyle de tadılabilir. Fakat, salih/dönüştürücü eylemin ve Dua’nın azlığı ve/veya tıkanık/puslu bir bilinçaltının bu halleri erkenden tatması, büyük bir olasılıkla pusuda bekleyen şeytanına alet olmasına neden olacaktır (Bknz. Plasebo Aydınlıkta kaybolmadan..).

gunese-secdeBu Teklik rüzgarlarının tadılma sıklığının artması, Kesret’te ( > Gündelik yaşamda) hayat devam ederken, bazı yanılgıları/cinlikleri/akıllı sarhoşlukları da beraberinde getirmesi sebebiyle bir riyazat/denge noktasının daha kurulması ve sıkıca tutunulması gerekiyor. Çünkü, Güneş ışığı gözü kamaştırıp Birey’den yansımakta [Ene’l Hakk/fenafillah süreci] [Bknz. SubhanAllah] ve Dünya Hayatı görülmek istenmemektedir, hâlin verdiği zevkten!

 

Ene’l Hak  [“Ben” Hakk’ım > “Ben” yokum, Hakk var] & İnnî Abdullah [Allah’ın kulu/hizmetçisiyim (19:30)]

Birey-likte kaim ve daimleşmiş kişinin, enfüste ve afakta, yani hem kendinde hem de kendi dışında seyrettiği  mana akışlarının -“kötü” diye etiketlenenler de dahil- Allah’a aidiyeti, nisbeti yani Birlenmesi – Birliği belirginleşir bu evrede (Tevhidi Ef’al, Nefsi Mülhime). Varlığın Hakikati’nden tadılması nedeniyle, hem de zorlanılmadan, içten gelerek.. Ezber veya duymal-yakin/duyum yollu değil.. Çünkü, terkip ötesinden yaşatılan haller, terkibe yaklaşmayla kazanılan yüzeysel sükuneti iyice derinleştirir; Allah’a ait manalar, Zât’ının öne çıkmasıyla silikleşir. Uzun Fenâ-fillah süreci (Tevhidi Ef’al, Sıfat, Zât dedikleri..) Halk’ın kaybolup Hakk’ın ayan-beyan oluşu devam eder-gider! Hiçliğin – sınırsızlık hissinin tadı damakta iz bırakmış ve hafızaya alınmıştır.

Algılanan her türlü eylemin seyrinde “yapan, eden, dileyen hep Allah’tır” deme eğilimi oluşur; terkipler – kişiler – birimler ve nihayet “kendim-liğimiz” görülmez olur parlak ışıktan! Failler ölür, tek bir Fail kalır. Ene’l Hak süreci !

Peki, bu süreçte akıllı sarhoşluk nasıl ortaya çıkıyor?

Güneş’e secde eden Sebe Melikesi (27:24)

Gece, Gündüz, Güneş ve Ay Allah’ın delillerindendir. Güneş’e ve Ay’a secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin (41:37).

4. bölümMarifet ve gizlice enflasyona uğramış Ego bulamacı alt başlığıyla konunun Firavunluk yönüne temas ediyordu. Anladığım kadarıyla, Hakikat’in tadılmasıyla gelen sarhoşluk ise Güneş’e secde etmek ifadesiyle dillenmiş Kur’an’da.

Akıllılık ne, sarhoşluk ne?

Akıllılık, Varlık’ta algıladığımız isimlerin, fiillerin Birlenip (Tevhidi Ef’al, Sıfat) Allah’a nisbeti, tek Bir akışın kalması ve nasipse nihayetinde kendi zâtımızın da (Tevhidi Zât ve Cem) ayrı olmadığının fark edilme süreci!..

EyvAllah.. Tüm isimlerin, etiketlerin zihinde kalktığı durumda, Allah’ın KATI/YANI/İNDİ etiketiyle işaret edilen Varlığın Hakikat‘i itibariyle bu *böyle algılanır.. Çünkü, sırf Zât vardır ve isimler algılanmaz! Süreçte her şey yerli yerince güzel ve merkezindedir.. Ölmeden önce ölünür.

İşte, yolun ilk yarısındaki bu algılamanın tashihe ihtiyacı var! Ve Kamil bir Akıl ile.. Aksi takdirde dünya hayatına inildiğinde sarhoşluk devam edebiliyor. İsimlerden perdeleniliyor..

Sarhoşluk, çoğunlukla Kesret’te, yani Allah’ın isimlerinin yansıdığı, ayrı ayrı nefislerin oluştuğu gerçeklik katmanında yaşadığımız halde, Çokluk boyutuna ait Şeriat’a aykırı işleyişleri (katliamlar, zulümler, tecavüzler, hukuka aykırılıklar, haksızlıkları vs.) dahi hiç bir Kur’ani delile (= Kamil Akıl’a) dayanmadan Hak’kın Kendi/Zâti/İndindeki muradına (!) nisbet edip, hatta tüm İnsanlığın yaşadığı gerçeklikten, Hukuk’tan, duygulardan vurdumduymaz olabilmek!

Kurnazcası, Firavun’u güçlendirecek olanı ise kendimizden sadır olan Şeriat’a aykırı davranışların dahi Allah’ın muradına ait kabul edilmesi.

Hafıza Zât’ta kalıvermiştir. “Fail Tekse, zulüm olarak gözükeni (!) de Dileyen “Tek” değil midir”, hâl ve/veya düşüncesi!

Belki “erme” şevkiyle veya kaygısı/hırsıyla, bu hallerin bilgisini ezberleyip tekrar edenlerin, yığınla duygusal tortularıyla her şeyi Hak görmeye “çalışıp zorlananların” toplumda yaşananlara bu maksatla -taklit yollu- umursamazlık göstermeleri de ayrı bir trajedi. Hem de “yok” olabilme ve Hakikati yaşama, Teklik adına!.

İslam tarihi boyunca, zalim otoriteler karşısında sessiz/dilsiz kalabilen, hatta kullanılabilen yığınların bir nedeni de bu anlayış olmuştur (Bknz. “Bizi güt” demeyin, “bizi gözet” deyiverin!). Halbuki, kültürümüzde de yer ettiği üzere haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Şeytan Hakk’ı da bilmektedir oysa!

Kevser Havuzu

Peki, Vahdet (Teklik) ve Kesret’i (Çokluk), Kevser olarak dengeleyen Kamil Akıl, Allah KATI‘ndan açığa çıkmış Kitap (2:89) ve Rasul (2:101) aracılığıyla ne iletiyor? Nasıl bir denge kuruyor, yol gösteriyor?

De ki: “Başlarına gelen iyilikler ve kötülükler Allah’ın KATINDAN/İNDİNDENdir”. Sana isabet eden/başa gelen güzellikler Allah’tan, kötülükler ise nefsindendir! (4:78-79)

Benzermiş, hatta çelişkiliymiş gibi gözüken, peş peşe gelen iki ayetteki KATINDAN ifadesindeki inceliğe göre..

Kötülüğün isabeti, Allah’ın isimler/terkip/nefs/Kesret boyutundan; yani birimlerin kendilerini Allah’tan ayrı – bağımsız birer varlık – “kendi”lik ve ego olarak görme yanılgısıyla tetikleniyorKötülüğün isabetinin, sadece yaratım mekanizması, Allah’ın KATINDAN ifadesi ayrımıyla, Zâtı/Hakikati itibariyledir..

Olayların – fiillerin yaratım yeri ve mekanizması.. Allah’ın KATI, Zâtı.. “Hakikat” ismi ile işaret edilen boyuttan. İnsanın fiillerini “yapan, eden, dileyen, vs.” değil; yaratan Allah’tır! Allah, İnsanın fiillerini ve karşılık olarak başına gelecekleri yaratmayı diler!

“Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (37:96), dilemiştir ve yapan değil!

Konuyu dağıtmamak adına, Teklik İlmi dairesinde, kulun dilemesi ve Allah’ın Meşieti (dilediğini ?! var etmesi/yaratması, dilemesi, iradesi, izni ne demek, “şaê, irade” fiilleri farkı) konusu ayrı bir başlık olarak incelenecek inşaAllah. Bağlamından koparılan ayetler, anlamları birbirine karılan sözcüklerle konu bulanıklaşmış çünkü.

Şimdilik, aklımızda kalması gereken nokta;

“Allah’ın, âlemler için zulüm dilemeyeceğidir” (3:108). Zulmün faili, dileyeni Allah’tadır (isimler boyutunda); ama Allah (Zât’ı) değildir!

Kesinlikle Allâh, insanlara zerrece zulmetmez! Ne var ki, insanlar kendi nefslerine zulmederler! (10:44)

Bu nedenle Ey Dost, Ey Candaş! “Kendi”nde ve Varlıkta bulduğun o Sükunet/Sekîne hâli seni yanıltmasın..

Zulüm içeren düşünce, duygu ve davranışlar, Allah’a ait manaların çarpıtılmış versiyonlarıdır ve Allah’a nisbetlenemez, birlenemez. Sen, Levvame süreciyle kendini gözlemlemleme hususunda derinleştikçe, beraberinde, Varlıktaki Allah manalarının hakikileri/hakikatleri çıkar ve bu hakikilerinin Bir-lenmesi gerekir (Nefsi Mülhime süreci). Bu hakikileri bilinip, Bir-lenip (fenâ), tekrar olaylara, mana akışlarına cilalı, kontrollü, hikmetli bir şekilde bakılır (bekâ).

Misal, egonun menfaatiyle birisine öfkelenmek, Hak’tan perdelenmektir. Hakk’a ait “Celal” ağırlıklı mana/isim çarpıtıldığı için. Ego çıkışlı bir öfke/davranış görüldüğünde Hakk’tan ve kişinin Varlığının bütünlüğünden değil, sınırlılığından/isimler boyutuna takılı kalmasından bilinmesi gerekir ve uygun ifade/cevap/tepki gösterilir. Faile değil, fiile kızılır. Egosal fiil Hakk’a nisbet edilmez.

Hakk’a ait olan; arzular, aşırılaşmış duygu, davranışlar (99 ismin denge-siz çıkışı) değil; bunları oluşturan mana yapıtaşlarıdır (99 isim). “Sınırlı” yapı = terkip, Hakikatindeki/Özündeki/İlahi Kablosuyla bağlantılı olduğu “Sınırsız”ın = Zât’ın Pak İradesini nefs > ego filtresine taktığından “sınır” çizer ve zulüm oluşturur.

Örneğin, “Allah tevbe etmenizi diler. Şehvetlerine uyanlarsa sizin büyük bir sapışla sapmanızı dilerler.(4:27).

Evet, Allah neyi diliyor; ama gerçekleşiyor mu? Kimlerin dileği gerçekleşiyor?

Allah güzelliği isabet ettirir, güzelliği arzular; ama… Çokluk aleminde, Özüne AYNA, kamil olmayan veya tekamül etmeyen bir Nefs devreye girince, Allah’ın tevbe etmemizi istemesi, -OL emri tetiklenemediğinden- yaratım alanına çıkamıyor! “Tövbe etme” isteği ve olgusu yaratılamıyor.

Evet, konuya dönmek  gerekirse; Kamil Akıl, tonlarca ayet, “kötülüklerin sebebi nefsinizdir” diyerek; hâlin kendisi veya bilgisi cazip gelse de, bizlere SARHOŞ olma, Allah’ın isimler/terkip/Rububiyet/Şeriat boyutuna da dikkat et, kişilerin Hakkını gözet, Hukuku koru, duygularını ifade et diyor!

Sarhoşluk, Hakikat’i Şuur fonumuzda saklı tutamayıp, Şeriat’ın (= Kişisel/Toplumsal düzeni sağlayan kuralların) üstünü örtüp, Şeriat’ın da Hakk’ını gözetmemek..

Veya, yalnızca Fenâ-fillah, “Ene’l Hak”, “sadece Hak var” bilincinin sürecine talip olmak; Güneş’e boyun eğmek; Güneş’in de sadece Allah’ın delillerinden biri olduğunu unutmak; ama Bekâ-billah yaşantısına, Abdullah olmaya talip olmamak..(Tasavvuf terminolojisi ile “Cem” sonrası “Fark” hâli, “öldün, diril tekrar”). 

Abdullah, Bekâ-billah > Hak’kı/Zât’ı/Tekliği bilerek Halkı/Çokluğu/isimleri görmek! Marifet içinde Marifet > Marifetullah!

Biz kim, Cem, Fark, Fenâ-fillah, “Ene’l Hak” Bekâ-billah, Marifetullah kim mi?

Bu makamlar ötelerde birer hayali kavram olarak kalmasın, bizlerde de minyon modelleri/karşılıkları aransın-uygulansın-yaşansın diye Şeriat kuralları, tavsiyeleri var Dostlar!

Evet, elbette, örneğin, “Abdullah, Allah’ın kulu” ifadesinin yaşamı, Marifetullah, Kamil makamıyla Nebi Rasullere ait olup, bizlere düşen, Bilinç düzeyimiz hangi derecede olursa olsun, ayağımızın kaymaması için, bize sunulan Hakikat – Şeriat dengeli yaşam tarzının modellenmesidir (Üsve-i Hasene).

*** Hakikat değil, Şeriat son noktadır!

Şeriat’a uygun yapılan her eylem, gerçekte, fenâ ve ardından gelen bekâ yaşantısının minicik bir modellemesi olup, Hakikat’imizi sezecek olan Birey yönümüze sağlam adımlarla yaklaştırmayı amaçlayan tohumlar! Hukuk’un uygulanması gereken bir noktada, kendi egomuzun arzusuna uymamak halihazırda fenâ sürecinin alt yapısına katkı iken, -çünkü Hakk egomuzun üzerinde tutuldu ve egonun arzusu yok edildi-; Çokluk âleminde, Allah’ın bize Nebi Rasuller aracılığıyla iletilmiş hükmünü uygulamak ise bekâ sürecinin alt yapısına katkı oluyor, -çünkü Allah’ın Zât/Hakikat boyutundan, KATINDAN edinilmiş en güzel, en hikmetli, en dengeli sesi, cevabı nefsimizi araya sokmadan Allah’ın isimler boyutuna uygulamış oluyoruz-.

Yani, iki talebin, Fenâ ve Bekâ-billah süreçlerinin Şeriat ile iç içe geçirilip adım adım beraber yaşatılması Dengeyi sağlayacak; tohum filizlenip hoş bir ağaç (14:24) olduğunda sarhoşluk vermeyen (47:15) bir meyve verecektir bizlere!

Ezcümle, dinin en basit gibi görünen öğütlerinden, diğer incelikli olanlarına kadar tüm vecibelerinin maksadı:

Hakk’ın Birliğini hisset, Halk’ın Birliğini sağla!.. Ne Vahdet’le sarhoş ol, ne de Kesret’te dağıl.

Devamı için tıklayınız.

Riyazet: Dengeli Yaşam – 6” hakkında 16 yorum

  1. yazıyı okudum üç yıldırda bu konularla ilgileniyorum. aladığım allah insanı yaratırken meleklerle olan konuşmasında .ben dünyaya halefimi yaratacağı dediğinde şeytan ben ondan daha güçlüyüm bana imkan verirsen ben tüm insanları kandırırım .bu söylevden sonra allah insanın fiziki bedenini çift benlikli yaratıyor .insanı zihin yönlendirdiğinde düşünceler ,duygulara hakim oluyor ve ego dediğimiz bencil ,her şeyin olmasını isteyen ,ama nasıl olduğunu umursamayan ,genelde geçmişte yaşatan endişeler yaratan veya gelecekte yaptıklarından dolayı pişmanlıklarla yaşayan biri haline getiriyor.sizi şimdiden uzaklaştırıp yaşamdanda uzaklaştırmış oluyor .insan zihnine hükmetiğinde yani düşünmediği zamanlarda kesinlikle şimdi dediğimiz yani şu anda ve farkındalık halinde oluyor öz benliği dediğimiz ruhuna ,bilincine dokunuyor onu hissediyor gerçek yaşam o anda olduğundan duygular huşu duygusuna ,coşkuya dönüşüyor . zihnimizdeki konuşanı susturduğumuzda düşüncelerimizi kontrol ettiğimizde farkındalıklı gerçek yaşama kavuşuyoruz ve ne kadar çok bu halde kalabiliyorsak öz benliğimizde o kadar bizi geliştiriyor.yani insan ya egosuyla beraber geçmişte veya gelecekte kurduğu hayal dünyasında endişe ve pişmalıkla yaşıyacak yada bilinçli ve farkındalıklı şimdiki gerçek anı yaşayacak .bu insanın kendi seçimidir tamamen özgür bırakılmıştır.onun içindirki faile değil fiile kızılır .aslolan harekettir yapılan fiilde sen içindeki hangi tarıfı kullandığını belli edersin.basit ancak bu kadar anlatabildim .benim içimden geçenler.kimseye bir saygısızlık etmek istemem .ettiysemde özür dilerim

  2. Selamlar Üstad
    Şu yazılarını okurken kıvrandırmasan bir de ne güzel olacak :)
    Hakikat sade/yalın ise olabildiğince öyle aktarılmalı.

    Alt kişiliklerin sürüsüne bereket. Her biri kendini tetikleyen ortamı-durumu buldumu otomatik olarak devreye giriyor. Biz de devreye giren alt kişilik oluyoruz ve o yönde yapıyoruz değerlendirmelerimizi farketmeden.

    Sana önemli bir sorum var:

    Alt kişilikler biz onları fark edince mi yok oluyor? Yani sürecin farkında olduğumuz için zamanla daha az o kişiliğe bürünüyoruz ve nihayetinde o kişiliğe bürünmeyecek kadar farkındalığımız artıyor ve o kişilik ve o kişiliğe ait katmanlar/yanılsamalar geride kalıyor ve böylelikle artık onların yansıması olan hayatı yaşamıyoruz.

    Yoksa alt kişilikleri aşmanın farklı bir yolu var mı?(benim aklıma gelmedi)

    Başka bir soru daha:

    Alt kişiliklerin hepsi de aynı güçte değil benim tespitime göre. Özellikle kompleksli olan kişiliklerimiz daha bir güçlüler ve insan ilişkilerinde ortaya çıkıyorlar. Bunları aşmanın yolu daha zor olmakla beraber süreç aynı mıdır?
    Çünkü en güçlü olmalarından dolayı geriye en son bu alt kişilik veya kişilikler kalacaktır genelde.

    1. Evet, Farkındalık en büyük adım.. Ama yok olması için yeterli değil..
      Farkındalığın derinleştirilerek bizde sabit bir ŞUUR’a dönüşmesi gerekiyor.
      Farkındalık/ŞUUR sözcükleri zaten şemsiye kelimeler; tüm yol-metotları kapsayıcı şekilde..
      ŞUUR veya Farkındalık çalışmalarının da tabi altının doldurulması lazım. Dini, evrensel vecibeler, değerler bunun altını dolduruyor.
      Nefsin, o kadar incelikli oyunları var ki, ŞUUR’lansa da, yok olmayan alt kişilikleri, tam tersi bir etkiyle şişirebiliyor ve daha da güçlü bir hale dönüştürüyor. Süreç hep aynı olsa da, alt kişiliğin yapıştığı duygu çok güçlüyse yok olma süreci ya zor ya da imkansız bir hal alıyor.

  3. Başka bir soru daha :)

    Alt kişiliklerin ilişkili olduğu anlamlar doğrultusunda gerçekliğimizi yaratması konusunda ne düşünüyorsun?

    Biliyorsun doğduğumuz andan itibaren (ve hatta daha öncesinden) katman katman şartlandırmalara ve bu şartlandırmalar ile oluşmuş alt kişiliklere sahibiz.

    Bir örnek verecek olursam cinsiyetimiz dahi bir alt kişiliktir ve ilk oluşan alt kişiliklerdendir. Egonun temeli cinsiyet algısının üzerine atılır benim tespitime göre.

    Din ..vs. hepsini bir yana koyalım. Kendindeki alt kişilikleri tespit edip soğanın katmanları gibi bunları soymaya çalışan ve hatta büyük oranda soyan kişi “Allah ahlakı ile ahlaklanmak” denilen durumu yaşar değil mi? Çünkü beşerlikten ve beşeri değer yargılarından ölmüş olur veya o yoldadır.

  4. Yazının son cümlesinde yazılı maksada matuf mesnetlenen “dini vecibeler” (şeriat) şeklen en çok “Ibrahimi dinlerin” egemen olduğu Ortadoğu ve çevresinde icra ediliyor olmasına rağmen bu bölgenin insanına neden faydası olmamıştır? Diğer sorum, Kurumsal dini ve tasavvufi jargonuna/terminolojine bulaşmadan VARoluşsal hakikatler sadelik ve açıklıkla ifade edilemez mi ?

    1. Sade ve açık bir şekilde aktaran kıymetli insanlar var. Yani ifade edilebiliyor, evet.
      Mizaç olarak, yazarken ben bunu pek beceremiyorum sadece.
      Karşımdakinin beynini yorma, kavram uzayını zorlama isteğim de var ayrıca :)..
      Bu arada yazıya baktım da, 2400 kelime var; en fazla % 3’ü tasavvufi jargon içeriyor? Fazla mı ? :) Ki, onları da güncellemeye çalışıyorum izahlarla.. Ve böylece, hem aşina olan bu toprakların insanı, hem de olmayanlar için bir paylaşım ortaya koymaya çalışıyorum.

      Sorunuza gelirsek..

      Yazı sonundaki vecibe ile kastedilen “şekiller” değil idi. Kısa, sade :) ve öz olarak şunu söyleyeyim:
      Dinin/Şeriatın vecibeleri/zorunlulukları denilen ve kastettiğim;
      Topluma güven verme, güvenlik sağlama çalışmaları > ahlak eğitimi, toplumu aydınlatma çalışmaları, aklı kullanma, sevgiyi öğretme, yetimi-muhtacı-akrabayı koruma, yardımlaşma, paylaşma vs. vs., yoksa;
      dinin vecibelerinden sanılan şekilleri (Kur’an terimi > nüsuk) hiç bir işe yaramaz.
      Bu şekiller -ki her toplumun farklı metodu da olabilir, değişebilir- ciladır. Bireysel yükselişteki ince ayarlardır.
      Asli unsurlar oturmadan kişisel-toplumsal şuura, bu şekiller taklit/anlamsız eylemler bütününden ibaret olacak, ne yazık ki..

  5. yaşadığım deneyimlere göre önce geçmişteki hatalarımızıdan dolayı kendimizi.yaşantımızda karşımıza çıkan size kötü katkıda bulunan insanları affetmeyi öğreneceğiz .boynuna sarılın demiyorum onları unutun düşünmeyin yeter. hayatımızı sınırlamadan ,(belirli kalıpların içinde olmadan ,örfler adetler ,)koşulsuz (neden böyle oldu,böyle yapmasaydım şöyle olmazdı,ve böyle yaparsam cennete giderim,vs)engellemeden (hiç bir koşul dayatma bazı şeyleri deneyimlemeyi engellememeli)deneyim yaşamaktır deneyim olmadan algılayamassınız algılayamasanız bilemessiniz. yanı şu anı bulunduğunuz anı tüm yoğunluğunuzla dikkatinizi vererek ve kendi sesizliğimizde düşünceleri susturarak sadece yaşayın geçmiş yok gelecek bu anda yaptıkların geleceğini inşa edecek geleceği düşünerek yaşarsan endişelerden kurtulamassın .nerde olursanız olun o anı yaşayın dikkatiniz orda olsun .insan aklını ve kalbini yozlaşmalardan kurtarıp sevgiyle doldurursa eline geçen şey mutluluk , özgürlük ,gerçek ,coşku dur. zor ama deneyin.dün yaşadığım bir olayı anlatayım ap . sorunlarından dolayı yöneticiyle kavga ettik hatta yönetimi elinden aldım iki yıldır yani düne kadar kavgalıydık .Dün yolda karşılaştık ben selam vedim o halimi hatırımı sordu .öyle hoşuma gittiki içim coşkuyla doldu nedenini biliyorum siz tahmin edin çünkü içimdeki öze dokundum çoşkuyla doldum çok güzeldi içim enerji doldu canlandım.işte böyle bir şey .
    sevgiyle kalın.

  6. önce özet anlatılıp
    diğer parağraflarda ayrıntıya girelim inşallah.
    yoksa eldeki bilgiye ulaşıp faydalanacak insanlar yetersiz (ilmi anlamda) ve yetersiz (nicelik olarak) olur.

  7. Hayatın sunduğu mesajı alabilmek, yaşarken ara sıra durup biraz soluklanmayı gerektirir. Eğer hayat bizler için, “heves ve arzularımızı tatmin vesilesi” olmaktan öte bir şeyse, akıl ve kalp, bu mesaj ile her an yeni bir doğuşa hazırdır..

    Bütün mesele, benliğimizi, nefsin ve inadın koyu karanlığından sıyıracak adımı atmaktır. 
    Eğer tatmadıysak, hayattaki bütün tecrübelere bedel bir adımdır bu…
    Bir adım ki, benzersiz tonlar getirir, alır gözümüzü, varlığını bile bilmediğimiz tonların içinde. Vurur bizi, derin denizlerde vurgun yemişçesine. Sarsar, bir güzeli ilk görüşteki sarsıntı gibi. Bir tesadüf olmaktan çıkarır yaşananları ve varoluşumuzun bir oyun olmadığını anlatır bize..
    Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlence olsun diye yaratmadık. (Duhân Suresi, ayet 38)

  8. Sonsuzluk Kulesi kardesim,
    yapmış olduğun tüm çalışmalardan dolayı seni takdir ediyorum. YÜCE Yaradan da devamını diliyorum..

    Birçok yorumunda ortak duyguya-felsefeye sahip olduğumuzdan… ve Yaradanın dilemesiyle boyle bir kişinin varlığını bilmek/tanışmak müthiş bir his..

    Konu ile ilgili olarak ; dostlarla sohbetlerde genel şu örneği veriyorum… Yaradanın sınav adaleti-fıtratı gereği tüm insanoğlu dünyaya (ben denize diyorum) dalıyor.Işte bu durumlarda yüksek farkındalık(tefekkür hali)hiçlik duygusu,bunları idrak edebiliyor olma nimetini(akıl)düşünme, her yerde ve şeyde O’nu hissetmeyi NE SIKLIKLA yapabiliyoruz. Yani ne sıklıkla (DENİZİN YÜZEYİNE) çıkıp gerçek nefesi çekip hissediyoruz..

    Rabbim bu hali hayatımızda sıklıkla yaşayan kullarından eyle… Daha önce hiç tatmamamış kullarına nasip eyle..

    (Sonsuzluk Kulesi kardesim cevap-yorum yaparsan memnun edersin)
    selâm ve dua ile,,

  9. ”’Teklik İlmi dairesinde, kulun dilemesi ve Allah’ın Meşieti (dilediğini ?! var etmesi/yaratması, dilemesi, iradesi, izni ne demek, “şaê, irade” fiilleri farkı) konusu ayrı bir başlık olarak incelenecek inşaAllah.”’
    BEKLİYORUZ…

  10. Bismillah
    bunlarla ugrasirsaniz bir 40 seneniz havaya ucabilir
    tevhid odakli yasarsaniz gerisi gelir ins
    or karnim ac butun yemekler ogreneyim sonra yicem ,iki yumurta kir ye bir sonra…

  11. Min şerri mâ halak–Kötülüğün isabetinin, sadece yaratım mekanizması, Allah’ın KATINDAN ifadesi ayrımıyla,…. bu ayetin açıklaması bu ifade mi oluyor

  12. Bu yazıda geçen ” GÖKSEL SU ” sembol tanımlaması, adeta sebze, meyve v.b gibi bir su mu, kendi suyunu sıkanlar, senden değil de, senin içinden geçerek gelen su,
    Suyunu sıkanlar diyorum ama sıkınca da çıkmıyor su,
    KENDİNİ yüzyıllardır akan HU nehrinde BULMAK, Her damlasını bildiğiN, her denileni anladığıN, her tuzunu tattığıN,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir