Süleyman’ın Cinleri

/levhimahfuzSistemi OKUmak olarak anlatılagelen olgu, Rasûl tarafından Şuûr boyutundaki idrakların/kavramların, toplumun konuştuğu dildeki en yakın, çağının en moda kelimeleri ile mecaza dönüştürülmesi, bizler için ise ortaya çıkan soyut verilerin; “sanal-benliğin” gayretleriyle kendisinde hissedilip tekrardan somutlaştırılması olayıdır. Sistem çözüldükçe, yâni kişi kendini bilmeye başladıkça, kendindeki yeni boyutların farkına varacak ve genetiğinin-etrafın oluşturmuş olduğu sanal benliğini öldürüp gerçek benliğine kabir âleminden (~kozasından, tefekkür hayatından) diriliverecektir.

Mushaf olarak dünyaMızda gözüken kağıttan sayfalardaki işâretler/kelimeler/tavsiyeler, Âlemin kendi olan; ama henüz açığa çıkartamadığımız Derin-Kendimizi≈Kur’ân’ı OKUyabilmemiz içindir. Rasûller, geçmiş zaman(lar)da gelmiş olanlar değil, “sanal-ben” aracılığı ile eksik olarak algılanan âlemindeki, algı düzeldikçe ortaya çıkan Şuûr boyutlarıdır, kaldırılabilir ve fark edilebilirse!.. Mushaf âyeti bu konuda “size nefislerinizden gelen Rasûl” şeklinde tüyo vermektedir.

TEK’liği hissetmek, “Tanrı ve O’nun elçisi” –içselleştirilmiş bilinçaltı (≈ farkında olmadığımız)- inanışını silmek isteyen Tâlip, GEÇMİŞ-GELECEK KAVRAMInı bilincinden silmeye gayret etmeli ve Holografik Evren gerçekliğinin iyice belirginleştiği, 21. yy olarak gözüken bu boyutsal açılımda ÖTELEMEnin her türlü versiyonunu artık bırakmalıdır.

“Mânâ tekrarı=Zikir” hissedişi kuvvetlendirir, beyinde yeni devreler açar. O yüzden bu satırları okuyan -varsa eğer- İÇ DÜNYA’lar, yoksa da tek emin olduğum kendi İÇ DÜNYAM’a sesleniyorum!.. TEK’in kendinde sanal sınır oluşturup mecâzî aracılığı ile algılama yaptığı sanal “ben”, Hisset Lütfen!..

TEK’liği sanal benlikte tefekkür hatasına düşmemek için önce…

Bi-İsmi Allãh… Mutlak Varlık’ın mânâları ile oluşan, hareket edenim!…

Lâ ilâhe illâ Allãh… Veritabanımın oluşturduğu Sanal Kimliğim yoktur, sadece Mutlak Varlık!…

Subhân Allah… Mutlak Varlık, varlık vererek hata ettiğim sanal kimliğimden beridir!…

“Geçmiş zaman hissi”, İÇ DÜNYA sahibi TEK’in geçici olarak seyir gerçekleştirdiği sanal benliğin uykusundaki inancı, kabûlü, sanalıdır; dünyaSındaki mecâzıdır.

Kur’ãn ismi ile, dünyaNdaki Mushafta TEK olan SANA işâret edilenler, “Evvelkilerin Tarihi (Esatîrul Evvelîn) değildir. Çünkü geçmiş yoktur!

Kur’ãn ismi ile, dünyaNdaki Mushafta işâret edilenler 1400 yıl önce inmemiştir, çünkü geçmiş yoktur!Âdem-Nûh-İbrâhim-~İsâ-Muhammed” ismi ile, dünyaNdaki Mushafta işâret edilenler ötendeki geçmişlerde değildir.

TEK olan SEN (sanal “sen” değil), 1900 küsür yıllarında, bir zaman içinde doğmadın! Zihnini açtığın sanal âlemi “zamanla” kodladılar Gökten Yere inmeye başladığında ve perdelediler seni “SEN”’den!.. Hakîkatinin AN’daki seslenişi, “Muhammed” ismi ile işâret edileni ve Kur’ãn’ı” da 1400 yıl önce diye şartlandın.

Kendi evreninde, kendi zihninin içinde seyir hâlindesin, her an!..

Başroldesin, her şey SEN’in için, SEN’a ulaşabilmen için işâret!..

Kur’ãn kıssaları (= masal veya tarih değil; denk gelen anlatımlarSEN’in ve SEN’de dizilmiş hâl dilinin sembolleştirilerek dünyaN’da anlatılması ve SEN’liğine işâret vermesidir. Fakat şu noktayı da kaçırma ki, Kıssa derekesinde anlatılan olaylar bir bütün olarak semboliktir. Yarısını sembolik, diğer yarısını da olduğu gibi alma.

Sual: Bir yazınızda Hz Süleyman kıssasına değinmiştiniz. Fakat orada geleceğin ALLAH katında olduğunu, gelecekten haberdar olduğuna inanılan cinlerin bile Hz Süleyman ’ın öldüğünü ancak bir kurdun asasını kemirerek, asası kırılınca anladığını ve gelecekle ilgili haberlerin cinlerin bilgisi dışında olduğunu ve bu bilgilerin ALLAH katında olduğuna dair bir konu var Kuranda. Aklımda olduğu kadarıyla yazmaya çalıştım. Yani bu anlatılan kıssada nasıl cinlerin bir topluluk değil de, insanın saklı alt kişilikleri olduğunu söyleyebiliyorsunuz?

Süleyman (?), O’nun ölümü (?), (yere) yıkılışı (?), değnek (?), ağaç kurdu diye çevrilen Dabbet’ul Arz (?), cinler, cinlerin gaybı (?) bilmemesi (geleceği değil) mükemmel olarak tasvir edilmiş sembolik anlatımlardır. (?) olarak işâretlenen her kelimenin zihin/ruh/hâl dilinde bir karşılığı vardır. Aktarım sembolik olmak zorundadır, çünkü Mânâ, maddeNin/dünyaNın diline tercüme edilmektedir. Bizlerin kimisinin hakkında en ufak bir fikrimizin dâhi olamayacağı hâllerin (≈Mantıku’t Tayr), mânevî mertebelerin, içsel farkındalıkların, kısacası Holografik İlim-tabanımızın ve Gündelik Bilgi-tabanımızın işleyişinin geçmişin hikâyeleri olarak algılanması da elbette normaldir.

Holografik ilim tabanımızdaki Şuûr boyutlarının detaylarının Gündelik Bilgi tabanımızdaki denkliklerine “kıssa” demektedir, Kur’an. Rasullerin, nebilerin Kıssaları, eSaTîR/hiSToRy, Evvelkilerin tarihsel verileri, hikayeleri değildir (Nahl-24). Geçmişin hikayeleri olarak algılanışı Şirk yaşamı  (~ego ve zamana yapışmış ego) nedeni iledir.

Gelelim ötendeki bir geçmişte olmayan Süleyman ’dan hissedebildiklerime…

Süleyman ’ın üzerine ölümü kaza ettiğimizde, ölüm üzere olduğunu onlara sezdiren olmadı, asasını yiyen Arz debeleneninden başka… Yıkılınca, cinlere apaçık oldu. Eğer gaybı biliyor olsalardı, azap içinde kalmazlardı. (âyet)”

Süleyman (Silm-men/Selâmet Adamı) kelimesi ile işâret edilen, “Lâ ilâhe” mânâsını defalarca hissederek içselleştirmen, doğuştan ve etraftan getirdiğin sahte-sanal kişilikte arınıp, Varlıktaki Birliği (Tevhid) yaşam gerçeğine dönüştürerek kendinde açığa çıkardığın sâbitlenmiş Huzûr, erdiğin Selâmet sonucu oluşmakta olan Gönül boyutudur.

Süleyman’ın cinleri ile birlikte anlatılması cinlerin, yâni bilinçaltı veritabanının kontrolünün bu Şuûr (İçsel Farkındalık) boyutunda açığa çıkması nedeniyledir. Âdem, Nûh gibi Süleyman öncesi Şuurlarda bu kontrol gerçekleşmeyecektir.

Süleyman ’ın “Ölmesi” ise Varlıktaki Birliğe şahit olan “arınmış bende”, şahit olan “ben”in, Yoğun Zikir≈Mânâ Tekrarı/Tefekkür Gücü ile Mutlak Varlık’tan ayrı birimsellik/bağımsızlık hissinin kalkması, zaman ve mekânsız Holografik Tümelliğin (Vahdet) “bensiz”, “BEN” ile yaşanmasıdır. Bu da Tefekkür Gücü’nün, İdrâk’ın yeniden programladığı sinir ağlarının Zihinde açığa çıkardığı İlim’in, Basîret’in 5 duyu girdisinin oluşturduğu “ben bağımsız madde veya ruh bedenim” hissini, gündelik algılayışını bastırmasıyla oluşabilir ancak.

Süleyman, “BEN’in sınırsızlığını” bilinçaltının güdümündeki gündelik bilincin hâkim olduğu, maddesel/ruhsal bedenin hissedildiği “sanal ben” ile yaşayamaz. BEN’in sınırsızlığının “bensiz” yaşandığı AN’ın derinliğinde de bilinçaltının değer yargılarına yer yoktur (ölümünü onlara sezdiren olmadı).

Gündelik bilince yer olmasa da, AN’da KENDİLİĞİNDEN akan “illâ Hû” Mânâ tekrarının gerçekleştiği mahâl hücresel bedeni ile yeryüzüne dayanmaktadır da (Ãsâ’sı). İNSAN nâr-toprak-nûr veya yenilenmiş tâbirle Dalga-Hücre-İlim bedenleri ile vardır. Bilinçaltı ve güttüğü Gündelik Bilinç/cinler ve hükmü altındaki ins denilen Fâni dalga bedeni; bu dalga bedenin madde dünyasında temsillenmesinden ibâret Fâni hücresel beden ve bu ikisinden Şuûrunda arındıkça, RUH üflendikçe ortaya çıkan Bâki Âhiret (Sonra gelen)/İlim bedeni. İlim/Holografik Bedene sahip İNSAN’ın dünya ile etkileşimini/bağını sağlayan Hücresel Bedeni, 5 duyusu Süleyman ’ın Ãsâ’sıdır.

Teklik Şuûrunun açığa çıktığı Zihine 5 duyudan gelen veriler azalacağından veya verilere “etiket” verilmeyeceğinden madde bedende belirli sonuçları olacaktır. Çünkü madde beden ve zaman boyutu, 5 duyu adı altındaki aracılarla giren milyonlarca veri ile algılanır olmaktadır. Zihne (Arz’a) gelen bu verileri Zikir ile Bilinçli bir şekilde -Bilinçsiz kesilmesi uyku, ölüm, koma gibi durumları doğurur- kesen İnsan (Arz debeleneni) bedensizliği ve zamansızlığı yaşar (…Ãsâ’sını yiyen…).

Bu verilerin kesilmesiyle Zihinde Holografik Şuûr boyutu açılır. Bu Şuûr boyutundaki hâle gündelik bilinçlerin vâkıf olması mümkün değildir (ölüm üzere olduğunu sezdiren olmadı); ama sanal benlikte ölüp TEK olarak dirilmekte olanın madde bedensizliği yaşaması bilinçaltına yansıyacaktır (Ãsâ’sını yiyen Arz debeleneni cinlere ölümünü sezdirdi).

Bu hâlin gündelik bilinci Süleyman düzeyinde olanda sona erip âlem maddesel/ruhsal beden olarak hissedilmeye ve dünya algılanmaya başlandı(Yıkılınca), kişinin bilinçaltı “ben bağımsız bir birim değilim” anlamında yeniden programlanmış, ontolojik olarak yükselmiş, arınmış (cinlere alçaltıcı azap); gündelik bilinci de “birimselliğin verdiği ağırlık” açısından rahatlamış olur (cinlere apaçık oldu). Bilinçaltındaki “ben sınırlı bir bedenim” kalıbı, Süleyman Gönlünün Gaybındaki İlmin o zihinde açığa çıkmamış olması sonucu, onu sınırsızlığını yaşama yönünde şekillendirmemiş olması nedeniyledir (Eğer Gaybı İlim ediyor olsalardı). Bu İlmin bilinçaltını etkilemesiyle (cinlere apaçık oldu) de eski yargılar gerileyecektir (alçaltıcı azap). Eski değerlerin yenileriyle değiştirilmesi eski bilinçaltı-kişilik için azap niteliğindedir.

Evet, Her ne Ararsan Kendinde Ara anahtarı sayesinde hissedebildiğim kadarıyla anlatabilmeye çalıştım (Bi-İznihi). Hakîkati Tek olan Varlıktadır. Hissettirdiyse ne mutlu!..

Sevgİlim ile kalın..

Süleyman’ın Cinleri” hakkında 33 yorum

  1. Sevgili AHHA…
    Ben ve benden bozma yansımalar ötelemeden öte bir pencere kenarında yazı(n)daki satır aralarına:“Tek gerçekler masallar“diye fısıldıyorlar…
    Evvel zaman içinde
    Kalbur saman içinde
    Deve tellal iken Sinek berber iken
    Ben annemin babamın beşiğini
    Tıngır mıngır sallar iken- tekerlemesiyle başlayan…

  2. “TEK olan SEN (sanal “sen” değil), 1900 küsür yıllarında, bir zaman içinde doğmadın!”

    gibi bir cümle geçiyor yazınızda Sonsuzluk Kulesi Bey!

    Ama belli ki siz kendinizi, hala, 1900 küsur yıllarında doğmuş olarak düşünüyorsunuz. Yoksa “1900” yılını cümlede kullanmaz, bunun yerine: kimliğinde yazılan/doğduğunu düşündüğün yıldaki bir zaman içinde doğmadın, derdiniz. Böylece kendinizi belli bir zamanda görmediğiniz ve belli bir zaman (daki insanlar) a seslenmediğiniz düşünülebilirdi. Hem nerden biliyorsunuz o yazıyı okuyan herkesin 1900 küsur yıllarında doğduğunu. Belki de başka yüzyıl dilimlerinden okuyorlar sizin yazılarınızı. Bunu bir tarafa bırakırsak, siz 1900 yılını cümlede kullanmakla, okuyucuyu (ve kendinizi) yine 1900 e kilitlemiş oluyorsunuz zaten. Unutun YIL’ı, YÜZYIL’ı… Dilinizde yaşadıklerı müddetçe hayatınızda da var olacaklar. ;)

    İnsan kolay kolay sıyrılamaz bu zaman kodlamasından.

    Bir bütün olarak, güzel bulduğum bir yazıydı; Allah (c.c.) razı olsun. Sizden ortaya çıkanları seviyor ve ilgi çekici buluyorum.

    Selam ile.

  3. :) Güzel eleştiriniz için teşekkür ederim.

    Evet, 1900 küsürlü yıllarda doğduğumu düşündüğüm için, yazıda DOĞUMSUZ olduğumu hissedebilmek maksadıyla KENDİME sesleniyorum ya :).

    Yâni orada egomun bakış açısını ve diğer -varsa- egoların kendilerini düşündükleri zaman hissini eleştiriyorum. Eleştirilen zaman hissidir, yoksa 1900, 1200 veya 2500 olmuş olması önemli değil bence :)

    Sizin söylediğiniz cümle de benimki paralel değil mi?
    kimliğinde yazılan/doğduğunu düşündüğün yıldaki bir zaman içinde doğmadın
    Siz sadece yıl ismi vermemişsiniz :).

    Tekrar teşekkür ediyorum.
    Hoşça & Dostça…

  4. Bir şeyi hayatımızdan silmek/çıkarmak istiyorsak, o şeye dair kelimeleri/manaları da dilimizden atmalı; onsuz düşünebilmeliyiz…

    benim, eleştiri değil de, ilettiğim görüşüm bu düşünceye dayanıyordu. Hem geçmiş-gelecek algısından kurtulacağız hem de; hem bu kavramları hem zamana dair benzer kavramları sözümüzde/yazımızda yaşatacağız… mümkün görünmüyor bana.

    tabii bu bir süreç; siz de bu sürecin belli bir aşamasındasınız; kolay gelsin, Allah (c.c.) muvaffak eylesin

    Bu arada, az önce(? ) bir defa daha baştan sona okuduğum son yazınızla ilgili bir soru sormak istiyorum:

    Kuran’ı Kerim’deki kıssaların tümüyle sombolik olması, görünen yüzlerini reddetmeyi gerektirir mi? Mesela, evet, Süleyman (a.s) ın “ASA” sının , yazınızda da sözünü ettiğiniz gibi, gizli, işaret ettiği farklı anlamları vardır ve o anlamlar gerçek olarak kabul edilebilir. Ancak, bu gerçeklikle birlikte, bildiğimiz anlamda, “ASA” nın kendisi de, Süleyman (a.s.) ın hayatında olamaz mı? Ve diğerleri.

    BEn, batınî olanın, görünenle bir bütün teşkil ettiğini düşünüyorum. Birini diğerinden ayıramam; varlıkları birbirlerinin varlığı üzerine inşa ediliyor zira. İŞ ki, görünenin gerisindeki (işaret edilen, yaşayan başka) gerçekliklere ulaşmak. Yoksa, en alt tabakadaki ya da en dıştaki ASA vardır (olmalıdır) ve o da kendi dünyasında bir yer tutmaktadır.

    Selam ile.

  5. Aklıma bir şeyler daha geldi; paylaşmak istiyorum izninizle!

    Mümkün olduğunca ve gerektiğinde sağ elimi sol elimin üstüne koyarım, sağ bacağımı sol bacağımın üstüne atarım. Vs. Ama burda birini diğerinin üstüne koyduğum/attığım (aslında) ne elimdir ne de bacağım; HAK tır; Hak’ı batılın/sanal’ın üstüne koyarım (zihinsel ve hayali olarak)

    Şimdi; benim gerçeğimin bu olması, sağ elimi sol elimin üstüne atmadığımı gösterir mi? Hayır! Ben, Hakkın tek (ve üstün) gerçeklik olduğunu kendime ve başkalarına göstermem/inandırmam için bunu yapmalıyım. Hepsi de gerçek. Hem görünen hem de batınî yönler aynı anda yaşanıyor. (paralel)

    Süleyman (a.s.) ın kıssası da bunun gibi diye düşünüyorum; (bildiğimiz anlamda) asa vardı ama o asa Süleyman(a.s.) için sadece “dünya ile etkileşimini/bağını sağlayan”, “yeryüzüne dayandığı” somut bir araçtı/semboldü… Ben; ellerim (yahut benzer başka bir araç) olmadan nasıl ki Hakkın sanal olana olan üstünlüğünü (şu alemde) yaşatamazsam, Süleyman (a.s.) da asası olmadan yeryüzüne dayanamazdı, dünya ile etkileşimini/bağını sürdüremezdi; asayı o, sadece gayesini somutlaştırmak için kullanıyordu. Buna zorunluydu. Oysa kendi içinde neler yaşıyordu, nerelerdeydi kimbilir?

    Selam ile.

  6. Sevgideğer Nihat Bey,

    Bir şeyi hayatımızdan silmek/çıkarmak istiyorsak, o şeye dair kelimeleri/manaları da dilimizden atmalı; onsuz düşünebilmeliyiz…

    Söylediğinize katılıyorum; ama dışarı boyut olarak algıladığımız âleme hissettiklerimizi dışarının diliyle kolayca anlatabilmek, anlaşılır olabilmek için bilincimizde olmasa da dilimizde bir takım kelimeleri özgürce kullanabiliriz.

    Hem geçmiş-gelecek algısından kurtulacağız hem de; hem bu kavramları hem zamana dair benzer kavramları sözümüzde/yazımızda yaşatacağız… mümkün görünmüyor bana.

    İnsan çok boyutlu olduğu için her boyutun kelimelerini bulunduğu boyutta anlatabilmesi, yaklaşım yapabilmesi için kullanabilmelidir. Önemli olan Bilincinde işin Hakîkatini hissedebilmesidir.

    tabii bu bir süreç; siz de bu sürecin belli bir aşamasındasınız; kolay gelsin, Allah (c.c.) muvaffak eylesin

    Evet, Bi-İzni-Allah bizde Bilincimizde bu süreci tamamlayabiliriz.

    Kuran’ı Kerim’deki kıssaların tümüyle sombolik olması, görünen yüzlerini reddetmeyi gerektirir mi?

    Ama yazının zâten temel fikri Geçmişin olmadığı üzerine kurulu idi. Geçmiş yok ki, geçmişte yaşamış bir Süleyman olsun :).

    1900’lü yıllar ifâdesi gibi geçmişteki Süleyman inancı da aynı yanlış değil mi? Tabi eğer yazıda anlatmak istediğimi kabul ediyorsanız. Etmiyorsanız zâten sorun yok demektir. :)

    BEn, batınî olanın, görünenle bir bütün teşkil ettiğini düşünüyorum.

    Dikkat edin. Zâhir ve Batın aynı şeyin algılanan ve algılanamayan yönüdür.
    Geçmişteki bir Süleyman inancı işin Zâhir yönü değildir düşünceme göre. Süleyman ve kıssası olarak anlatılan olguyu kişi kendinde algıladığında kendisine Zâhir olmuş olur. Tekrar ediyorum, düşünce sistematiğim bu şekildedir. Kabul edimek zorunda değildir :) Çünkü geçmişe şu an inanmıyorum; inş. yaşam gerçeğim olur.

    Selam ile.

  7. Verdiğiniz yanıtlar için teşekkür ederim. Cevaplarınız netliğe ve temizlik hissine yol açtı zihnimde.

    Evet, geçmiş yoktur. Sadece şu an vardır. Bu, mümkün ve anlaşılır görünüyor bana; henüz zihnimde sağlam bir yere oturtamasam da!

    Ama, geçmişte olmasa da, Süleyman (a.s.) da bizim gibi bir hayat sürdü de mi? Elbette sürdü. Peki o zaman, onun hayatının bizim hayata göre (geçmişimizde değilse ki öyle görünüyor) konumu/yeri nedir? (bunu anlamakta zorlanıyorum.)

    Bir de; bize zahir olmayan şeylerE “YOK” denilebilir mi?

    Selam ile.a

  8. Selamlar efendim :)

    Ama, geçmişte olmasa da, Süleyman (a.s.) da bizim gibi bir hayat sürdü de mi? Elbette sürdü.


    Geçmiş yoksa, geçmişte bir Süleyman yoksa Süleyman nerede bu hayatı sürdü?

    Aslında bu sorunun cevabı bu yazı içerisinde var. Fakat, Yazar’ın kelimelere yüklediği anlam ile Okuyucu’nun zihnindeki kavram aynı olmadığından veya okuyucu kendi düşünce sistematiği doğrultusunda yazarın kelimelerine baktığından olay farklı algılanıyor.

    Yazıdan..

    Rasûller, geçmiş zaman(lar)da gelmiş olanlar değil, “sanal-ben” aracılığı ile eksik olarak algılanan âlemindeki, algı düzeldikçe ortaya çıkan Şuûr boyutlarıdır, kaldırılabilir ve fark edilebilirse!..

    Bu sorunun cevabı için size bir de “BEN”den “ben”e, “ben”den “BEN”e-3.2 (… ÂDEM’in belirişi) paylaşımımızı dikkat çekmek istiyorum.

    Peki o zaman, onun hayatının bizim hayata göre
    (geçmişimizde değilse ki öyle görünüyor) konumu/yeri nedir? (bunu anlamakta zorlanıyorum.)

    Bir üstteki paragraf aynı zamanda bu sorunuzun da cevabı.
    Zorlamasının nedeni TEK olduğunuzu, Mushaf olarak gözükenin SİZİ anlattığını fark edemeyişiniz :).

    Şu an size vermiş olduğum cevaplar ve Sonsuzluk Kulesi algısı TEK olan sizdeki açılmamış boyutların size açılması, önünüze gelmesidir. Amaç ise geçici olarak uyuyakaldığınız dünya uykusundan uyanmak ve TEK’liğinizi tekrar bulmak :).

    Bir de; bize zahir olmayan şeylerE “YOK” denilebilir mi?

    Elbette hayır. Zâhir olmayan yönü Bize Gayb’dır.

    Hoşça & Dostça…

  9. Selamlar :))

    NE yani, ben bu koca dünyada/evrende TEK miyim, tek ben mi varım..?
    Aslında anlaşılabilir bir şey ZİRA biliyorum ki her şeye kendi algıma, kafamdaki bilgilere göre değer biçiyor, anlam veriyorum. Hiçbir şeyi, kendi algımdan bağımsız olarak tanıyamam, izleyemem. Bu, her insan için böyle. Öyle de olunca, başkası, başka şey diye adlandırdığım ve izlediğim her şey BEN’im. BEN’den başka bir şey yok. Başkası zannettiklerimde kendimi görüyor, izliyor ve yaşıyorum. O halde onlar “yok”, sadece BEN “var” ım. YAni sadece kendimden emin olabilirim. Onlar, bana açılmayan başka yönlerle, varlar mı yoklar mı bilemem; ancak, şöyle veya böyle olduklarına inanabilirim ve bu inancımla da onlarda o yönlerin ortaya çıkmasını sağlayabilirim Kİ bu da BENim GArip.

    Aslında BEN, TEK olmak zorundayım. BEN’den gayrısı olmamalı; bu, Allah (c.c.) için doğruysa, bir birim olarak BEN im için de geçerli olmalı. NE de olsa BEN O’nun cüz’ü’yüm.

    Konuyla ilişkilendirmeye çalışayım;

    Süleyman (a.s.) ve ona dair anlattılanlar her daim vardı ama bana yeni zahir oldular çünkü ben bunu algılar, buna ihtiyaç duyar ve hazır hale geldim. Bu durumda Süleyman (a.s.) ve kıssası, geçmişe ait değil, gayb’ıma ait bir şey. oturdu… (Gayb ı, “öz”, “bilinmeyenim” manalarında kullandım) Bu durumda sadece ” şu an” var ve gerçekten de ne geçmiş, ne de bildiğimiz manada bir gelecek var. (bu, benim de yaşam gerçeğim olur inşeAllah )

    Bu konu üzerinde düşünmeye, önerdiğiniz diğer yazınızı da okumak sureti ile, devam edeceğim.

    Allah (c.c.) razı olsun.

    Selam ile.

  10. Nihat Bey,
    Şu an yazımızda anlatmak istediğimizi hissettiğinizi hissettim :)

    Düzeltilmesi gereken sadece tek bir nokta kaldı.
    BEN dediğimiz varlık O’nun cüz’ü değil, bilakis KENDİdir. “BEN ve O dediğimizde” varlığı bölmüş, TEK’i -hâşâ- parçalamış oluruz.

    Sevgİlimle efendim.

    1. Sonsuzluk Kulesi Parçalamış olmazsınız kardeşim. Çünkü iki cümle de doğrudur… Ben ve O’nun farklılaşması bu dünya seviyesi ortalama gerçekliğinin bir yansıması iken Ben ve O’nun aynılaşması arş seviyesi gerçekliğinin yansımasıdır. Gözlemcinin bulunduğu konuma ve gözlemcinin bilinç mertebesine göre gerçeklik değişecektir. Bunun kanıtı şudur: Ben = O durumunda egodan bahsedilemez. Bu dünyada ise her alanda ego mevcuttur. O nedenle bu dünya ortamında Ben=O durumu ancak mecburi inzivada ve bilinç düzeyinde yaşanabilir.

  11. Her insan ve her varlık için “ALLAH”a giden yol, kendi dışına değil; KENDİ ÖZÜNE HAKİKATINA DOĞRUDUR!.

    KAYNAĞA GİDİŞ
    ÖNCE TEVAZU VE İYİ NİYET
    EGONU YEN!!!
    KENDİNİ AFFET VE KENDİNE MERHAMET ET
    HERŞEYE AŞKIN GÖZÜNDEN BAK (KUNDALINI ENERJISI)
    KAİNATI SEV – EVRENİ SEV – DÜNYAYI SEV – YARATILAN HER CANLIYI SEV
    AMENTÜYE İNAN
    KENDİNİ SEV
    HERŞEYE KALBİNDEN SEVGİ GÖNDER
    NE OLURSAN OL HİÇ BİR ŞEY OL !
    AŞK’A GİDEN HER YOL MÜBAHTIR



    İNDİNE MEHDİ GELİR İLİM ÖĞRETİR !!!
    İNDİNE İSA GELİRSE GELMİŞ VE GEÇMİŞ GÜNAHLARINI TEMİZLER !!!
    ÖZÜNE DÖNÜŞ BAŞLAR
    ÖZGÜR İRADENE KAVUŞURSUN VE RUHUN SAFLAŞIR
    TANRISAL YETENEKLERE KAVUŞMAYA BAŞLARSIN
    ENERJİN YAPTIĞIN POZİTİF OLUMLAMALARLA VE FİZİKİ HAREKETLERLE ARTAR
    EVREN VE ÇEVREN ADINA YAPTIĞIN İYİ OLUMLAMALAR GERÇEKLEŞİR
    İSTEKLERİNİ GÖZLERİNİ KAPATIP DÜŞÜNCELERİNİ İMAJİNASYON YOLUYLA KALBDEN BİR SEVGİYLE BASKIN BİR DUYGU DURUMU MÜZİK,RENK VE GÜZEL KOKULARIN EŞLİĞİ İLE TÜM KAİNAT ÜZERİNE IŞIK HIZIYLA YAYABİLİR VE İNSANLARIN ÜZERİNDE BU DUYGU DURUMU DEĞİŞİKLİĞİ YAPABİLİRSİN (KÂDİM BİR BİLGİ!!!)


    “Zerre, küllün aynasıdır”!. (En küçük noktada tümün bütün özellikleri mevcuttur)

    Vehmin hükmü altında olmak ile vehmi hükmü altına almak arasındaki sınır, kişinin Tek`liğe geçiş sınırıdır.

    Varlığın içinde yokluk, Yokluğun içinde varlık

    Herkes, kendi cehenneminde, ya da kendi cennetinde yaşar!.
    Tanrısından kurtulanın yaşamı ise, “ALLAH” adıyla işaret edilenin “HİÇ”lik mertebesidir!.
    “ALLAH” adıyla işaret edilen, “Bâkî”dir; gerçeğindeki uyarıyı değerlendirenler, fâni kavramını kabullenemeyecekleri gibi; “Allah” ahlâkıyla ahlâklanmış olanlar da, âlemlerin, “hayâl” çekirdeğinden oluşmuş bir dev ağaç olduğunun seyri içindedir.

    Sallallahu Aleyhi ve Sellem Salat u Selam
    ALLAHUMME SELLİ VE SELLİM ALA SAYİDİNE MUHAMMED
    ”Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammedin ve Ala A-li Seyyidina Muhammed’

    Lâ havle velâ kuvvete illâ billah!..
    Maşaallah la kuvvete illa billah

  12. s.a yazınız açılım sagladı teşekkürler,ALLAH RAZI OLSUN ….Ahseni takvim olarak yaratılmış insanı sanal BEN virüsü ve onun eklentisi olan ‘im’ uzantısı ele geçirmiş…..dualarınız ve şefaatle kurtuluruz inşallah…
    HZ.İBRAHİM a.s kıssasındaki dört kuş mecazında takıldım şimdiden teşekkürler

  13. Kusura bakmazsanız ”Sırat_ı müstakim yolu dışına çıkıp” vakit geçiriyorsunuz gibi geldi bu yazınız.
    Allah C.C.’nun İLMİ her şeyi öyle kuşatmış ki anlamak için yok olmak lazım…
    Bilseydiniz ki her şey AŞK’a dayanıyor, değerlendirmeleri ona göre yapardınız.
    Lütfen Kur’an-ı Kerimi Allah C.C. nun Muhammed Mustafa A.S. ‘a aşk’ını ilanı olarak okuyunuz…

  14. “Sanal benliğini öldürüp gerçek benliğine kabir aleminden dirilecektir ?” Neden uyanışa,dirilişe Adem’in cennette yaratılması ile başlamadınız da, kabir aleminden diriliş ile başladınız?
    Bi-ismi-Allah Allah ismi ile tercüme ediliyor. İsim=mana anlamını vermişsiniz? tşk.ler.

    1. Çünkü kabir alemi (~Tefekkür-kendini tanıma süreci) geçilmeden ahiret alemi (Hakk’ı seyir süreci) başlamaz :)

      “İsim” kelimesi Allah kelimesinin yanında “mana” anlamına işaret eder kanaatimce.

      Nâs sûresinde korunulmak istenen “cin” kişinin bilinçaltı/bilinçdışı süreçleri iken, “ins” gündelik bilinç düzeyidir.

  15. Yazınızı okuyunca Nas suresi aklıma geldi. Cin tanımını yenileyerek sureyi okuduğumuzda insanların şerrinden yada nazardan korunmak için değil bambaşka bir amaçla okunduğunu farkettim. ” O ki sadırlara vesvese verir gerek insanlardan gerek cinlerdern”. Nas suresinin son ayetlerinin meali böyleydi sanırım. Son ayetteki insanlar ve cinlerin sadırlara vesvese vermesi bu yazdıklarınızın ışığında nasıl oluyor? Cinlerin vesvese vermesi konusu azçok tahmin edebiliyoruz da insanlar kısmını anlayamadım. Tşk.ler.

  16. Bir kitap da ben önereyim: Yer ve Gök- Tanrı Parçacığı. Bu konularda okuduklarım içinde en iyisi diyebilirim.

  17. sanırım Mustafa Acunbay’ın kitabı. içeriğine baktım çok güzel gerçekten. mutlaka alıp okumak istiyorum.

  18. Hemserim Sonsuzluk Kulesi kardesim, Fuzuli ve koray kardesimin tavsiye ettigi kitaplari Tanri ile sohbet kitabi ? yazar kim? ve yer ve Gök Tanri parcacigi, yazar Mustafa Acunbay E Kitap olarak yüklemen mümkünmü? Kendilerine okumadan iyi niyetlerinden ötürü tesekkür ediyorum. Zahmetin icin simdiden tesekkür ediyorum, Iyiki Varsin!

  19. “Hepimiz BİR’iz, ama AYNI şey değiliz”.

    Tam da benim sormak istediğim soruları sormuş Nihat Bey.
    Sorana da, cevaplayana da teşekkürler.

    Ancak, ben hala Hz. Süleyman’ın da, peygamber efendimizin de, Hz. Meryem’in de, en az bizim şu an ki benliğimizin yaşadığı kadar gerçek bir hayat yaşadığını (daha doğrusu ‘yaşar olduğunu’), TEK’te yok olana kadar O’ndan boyut eksikliği farkıyla ayrıldığını; motif olduğunu,
    tek ve sonsuz An’da (“An o An’dır”) her birimizin aynı ortak okyanusun damlaları olarak; akışla bir olup ‘hep ve her’e dönüşmeden önce, kimi zaman diğer damlalarla temasa geçmek suretiyle ‘o damlanın hikayesini’ hissedip hatırlayabildiğimizi düşünüyorum.
    Yani bir Süleyman peygamber yaşamış ve zahiri anlamda da bedensel olarak ölüp, asasını kemiren kurtlar sebebiyle yere düşmüştür. Kendisi zamanında (zamansızlık üzerinde konumlanmış olan baloncuk düzeyindeki zaman algısı) eşyanın yer değiştirmesi, ışınlanma, hayvanlarla sezgi yoluyla iletişim vs. muhtemelen mümkün idi.
    Hz. Meryem de yaşamıştır; Hz. İsa’nın doğumu da ‘cinsel birleşmesiz’ olmuştur (Günümüzde tüp bebek benzeri bir yöntem var, o zaman neden olmasın?).

    Fakat en nihayetinde bunlar düşük (eksik boyutlu) bir düzlemin görünümleri / hikayeleri olduğu için Sırat’il Müstakim’de yol alan biri için çok da önemi yoktur; teferruattan ibarettir. Bir “çember”in “küre”liği, bir “kare”nin “küp”lüğü anlayıp bilebilmesi bile zorken; sınırlı aklımızla sonsuz olanı algılamamız!!! Yorumsuz.. En azından kendimizi, haddimizi bilebilirsek ne mutlu bize.

    Engin algınız ve çok değerli paylaşımlarınız için tekrar teşekkür ederim.. Sevgi ve selamla..

  20. Bu durumda bu ayetleri nasıl yorumlamak gerekiyor?

    “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.”

    “Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk.”

    “Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.”

  21. musallat türü şeyler kişinin kendisinden kendisine açığa çıkanlar mıdır ?bunlarla uğraşanlar,meslek edinenler çok var,çoğunluğa karşın dürüst ve samimi kişiler de mevcuttur..bunları hangi kefeye koyabiliriz?

  22. Selamun aleyküm
    Kur’an-ı yeni yeni keşfetmeye başlıyorum.
    inanın kaşfettikçe hurafe ve batıl olan yaşamdan zaten kopuktum ve şimdi dahada kopuklaşıyorum herkesin arap adetlerini dine geçirmesi ufak bir şeyde tövbe de haşa çarpılırsın,taş olursun gibi deyimleri saçma geliyordu dahada saçma gelmeye başladı.
    Kalbimin ve mantığımın uzlaştığı şeye inanırım diğer yazılarınızda bazı konulara cevap buldum yani kalbim ve mantığım uzlaştı.Ama bu konuda biraz farkı oldum tatmin edici gelmedi bana eksik veya hatalarınız var zaman kavramı olsun asa meselesi olsun ve cin meselesi tatmin olamadım maalesef bence biraz daha farklı düşünmen lazım olayları.

    1. Ayrıca cin süresinin ilk ayetleri de var.Bunlar bildiğimiz cin değilde bizim gerçek “ben” deki konuşmalarımız mı?

  23. Süleyman- Belkıs kıssası’ nda geçen köşk-saray ; sâbitlenmiş Huzûr, erdiğin Selâmet sonucu oluşmakta olan GÖNÜL BOYUTU mu oluyor ? ayette geçen; ‘Süleyman) dedi ki: “O iyice cilalı billur camdan bir köşktür” mana akışlarına cilalı bir şekilde bakılırın sembol anlatımı mı oluyor?

    ..

    1. Canan Hanım, Adem’in girdiği Bahçe, Nuh’un bindiği Gemi, İbrahim’in temellendirdiği Kabe, Yusuf’un başına sultan olduğu Mısır, Süleyman’ın köşkü, hepsi farklı anlatımlarla aynı boyutun farklı kademelerine işaret düşüncesindeyim. Gönül aleminin Nefs ve bedene hakim oluş süreci..

      1. Daha önce ki bir sorumda sorduğum ”sır hafi-ahfa” konularına örnek olAcak bir cevap sanırım, açıklamanız, Bireye özel alana mukayyet hissi durumlar….MAŞAALLAH

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir