Uzay-Zaman ve Zihin Bilmecesi

Uzay-Zaman-zihinEinstein’ın uzay-zaman hakkında bilinenlerde köklü bir değişiklik yapışına kadar bilim insanları Newton’dan aldıkları mirasla zamanı uzaydan ve gözlemciden bağımsız ve değişmeyen mutlak bir süreç olarak düşünmüşlerdir. Einstein devrimi ile birlikte ise uzay ve zamanın gerçekte birbirine bağlı olup uzay-zaman bütünlüğünü oluşturduğunu ve sağduyumuza ters gelse de algılayıcının durumuna göre değişken bir yapı kazandığını öğrenmiş olduk.

Görelilik teoremleri olarak adlandırılan bu yeni bakış açısı, ışık hızını sabit kabul edip gözlemcinin sahip olduğu hıza veya maruz kaldığı çekim alanına göre uzay ve zaman algısının da değiştiğini söylüyor. Her birim, uzay (3 somut boyut) ve (1 soyut boyut) zaman bütünlüğünde sabit olarak ışık hızı ile yol almakta. Işık hızı uzay&zamanın akma hızıdır.

Uzayda şu an (pratik olarak) sâbit (yâni sıfır hızda) olduğumuzdan zaman boyutunda da ışık hızı ile yol almaktayız. Uzaydaki hızımızı ışık hızına doğru yaklaştırdıkça bilimkurgu filmlerindeki sahneler ortaya çıkmaya başlar. Zamandaki hızımız yavaşlar, genleşir. Örneğin, ışık hızının % 99′u bir hızla uzayda yol alan bizlere dışarıdan bakan hareketsiz bir gözlemci saatimizin 10 kat daha yavaş ilerlediğini, kalbimizin on kat daha yavaş çarptığını, 700 yıla kadar yaşadığımızı görebilir.

Peki, uzayda ışık hızına çok yakın hızda giden bize göre durum nasıldır? Varlığımızı oluşturan tüm atomlar, protein ve DNA&RNA molekülleri, sinir hücrelerinin işleyişi vs. de ışık hızında hareket ediyor olacağından rölativite yasaları onlar için de geçerli olacak, hepsi de aynı zaman genleşmesine maruz kalacak ve dolayısıyla zihnimizde, kendi bedenimiz ve içerisinde yolculuk ettiğimiz uzay gemimizde bize göre hiçbir değişiklik olmayacak. Ama uzay gemimizin penceresinden dışarı baktığımızda ise çıldırdığımızı zannedebiliriz. Her şey zamanını çabukça tüketmekte, saatler fıldır fıldır dönmekte (on kat daha hızlı), saçlar hızlıca ağarmakta, geride bıraktığımız anne-babamız sadece 7 yıllık bir ömre sahip olabilmekte. O süreçte gök bir başka renge bürünür! Öyle ki yolculuğumuzu bitirip dünyaya döndüğümüzde evladımızı kendimizden daha yaşlı bulmuş olacağız!

Işık hızına en yakın noktada uzay gemisindeki biz için tüm evrenin ömrü tükenir. Uzayda tam tamına ışık hızında yol aldığımızda ise artık zamandaki hızımız sıfırlanır. Zaman sonsuz genleşeceği, biz de evrenin sonuna ulaşacağımız (evren ortadan kalkacağı) için algımız da ortadan kalkar. Uzay gemimizi dünyadan izlemiş olan sabit gözlemciye göre ise bizim saatimiz durmuş, Kehf ehli gibi capcanlı bir heykel olmuşuzdur.

*/ Ashab-ı Kehf bulundukları Kehf (Oyuk, içsel uzay) içerisinde kendilerine göre bir uyku (!) saati (≈ sekiz saat) geçirirler iken dünyada (!) 300 + 9 yıl geçmiştir. Şehre (!) indiklerinde yanlarında kalan paraları (!) hazine olarak nitelendiriliyor.

Mağara” diye meal edilen; Kehf ile işâret edilen kavram, Tefekkürle yola çıkan bireyin dünyayı, bedenini, günlük düşüncelerini bırakarak tattığı Yekpâre, Geniş, genleşmiş AN hâlidir. “Ashabı Kehf” de AN’ın derinliğini tadan zihin…

Uyku”; kelbimizi (!) girişte bırakıp AN’a, Gönül Mağarasına girmek; dünyaya uyuyup, Gönülde Uyumak. “Uyku baldan TATLIdır” derler.

Uyku Saati” ise, AN’daki derinlik. Derinliğine göre 300, bin veya 50 bin yıl olarak sembolleştirebiliriz.

Dünya”; Rüya görülen yer. Gerçek değil.

Şehir”; gündelik farkındalığa sahip zihnimiz.

Para”; Bilinçaltı programlarımız. Uzay’dan Dünya’daki Şehrimize indiğimizde bilinçaltımız “İlimle” yeniden programlanır, önceki durumumuza göre “hazine” değerinde olur.

Bizde açığa çıkan İlim (“Uyku Saati”) bizi dünyadakilere göre zaman ötesine geçirir (300 + 9 yıl). İnen ilim Kehf Ehlini de başka bir dünyaya götürür/dünyayı farklı algılattırır. Zaman ötesine geçmek ise zaman algısı yoğun olan Nefsi Emmarenin, Nefsi Levvamenin sıkıntılarıyla uğraşmamak demek.

/*

Işık hızına ulaşan bir varlık 4 boyutlu evrendeki hacimsel/maddesel yapısından kurtularak evrenle tümleşik hâle gelir, boyutsuz bir kuant noktacığına dönüşür. Bu hızda geçmiş-şimdi-gelecek kavramları ortadan kalkar. Zerrecik zamandan münezzeh olur!..

Zaman olmadan algılama olmaz. En küçük zaman aralığı (bilimdeki “an” kavramı) 10 üzeri -43 saniye’lik bir dilimdir. Bu en küçük, artık ikiye bölünemeyen zaman aralığı ışığın en küçük uzay aralığını (10 üzeri -36 metre) kat ettiği süredir. Bu uzay&zaman “anı” 3 boyutlu bir Hologramdır.

Zaman, en-boy-yükseklikten oluşan 3 boyutlu mekânsal dilimlerin (kolaylık açısından 3 boyutlu küp şeklinde düşünelim) bir üst -soyut- boyutta; en, boy ve yükseklikten bağımsız bir doğrultuda (4 boyutlu bir küpte) dizilmesi ile oluşur. Zaman algısının oluşabilmesi için de bu dizilimin bir üst boyut ile (5 ≥ boyut = Zihin katmanları) etkileşimi gerekmekte. Cansız maddeler 4 boyutludur ve kuantum dalga potansiyel yönleri uyumsuz olduğundan (lazer gibi kohorent değil) iç dünyaları ve dolayısıyla zaman algıları da bulunmuyor. 4 boyutlu madde belirli bir karmaşıklığa ve düzene ulaştığında (sinir sistemlerimiz veya gelecekteki yapay zekâ) maddenin dalga fonksiyonu uyumlu hâle gelerek iç dünya ve ilerisinde zamanın farkındalığı oluşur (Dalga fonksiyonu detayı için bknz.).

Bir üst boyutun anlaşılabilmesi için bir alt boyuttan örneklendirme yaparak devam edelim ve zamanın ne olduğunu anlamaya çalışalım:

Bir düzlem 2 boyutludur. Bu düzlemlerin yan yana dizilmesi ile bir küp/prizma elde edilir, yani 2 boyutlu düzlemlerin yan yana dizilmesi yeni, bağımsız bir doğrultuyu, 3. bir boyutu ortaya çıkartır.

mekan-zaman-boyutEğer 2 (mekân) + 1 (zaman) boyutlu bir dünyada yaşıyor olsa idik, algıladığımız evrenimiz bir gazete sayfası gibi ve kendimiz de bu sayfadaki resim insanlar gibi olacaktık. Zaman ise 3. boyut, yani bir küp/prizma olacaktı, onu göremeyecek, ona dokunamayacak; ama varlığımızı kuşattığını hissedecektik.

Şimdi bu örneği bir üst boyuta taşıyarak gerçek dünyamızı anlamaya zorlayalım. Bu küplerin de yeni, bağımsız bir doğrultuda (dikkat 3. boyutta değil, 4. boyutta) dizilmelerinin sonucu nedir? Bu 3 boyutlu küplerin üst boyutta dizilimlerini, 3 boyuta hapsolmuş ve uyum sağlamış beyinler olarak 3 boyutlu mekânsal koordinatlarımızın dışına çıkarak canlandıramayız; ama bir alt boyuttan vermiş olduğumuz örnekle sezebiliriz.

Şimdi, şu an içinden geçmekte olduğumuz “an” 4 boyutlu hiper-küpün 3 boyutlu bir kesitidir!

3 boyutlu mekânların 4 boyutlu bir küpte dizilimi yukarıdaki temsili resimdeki gibi gösterilebilir. Temsilidir çünkü çizim 2 boyutlu bir yüzeyde yapılıyor. Bizlerin yaşayıp geçtiğimiz, algı alanımızdan çıkan “an”lar artık oluşmakta olan o 4 boyutlu küpün bir dizisi; ama bizlerin mazisi olarak yer almakta.

ezeliyet-ezel-ruh-uzay

RUH denilen çok boyutlu okyanustaki dalgalanmalar belirli bir eşik değerinde her an kendiliğinden çökerek, ışık hızı altı bölgede uzay&zaman bütünlüğünü ve çökmenin gerçekleştiği yerdeki zihinde geçmiş-şimdi-gelecek algısını ortaya çıkarıyor.

RUH, “ben”siz ve zamansızdır. Her “nano altı sürelerde” gerçekleşen kendiliğinden çökmeler ve bu çökmelerin birleşimi/bütünlüğü ise çökmenin olduğu yerde sanal bir “ben” duygusunu, zaman akıyor hissini, RUH’un “ben” ile olan farkındalığını/”ben”in iç dünyasını ortaya çıkarmakta.

Not: Buradaki “ben” ifadesi dünyayı seyreden geçici kimlik/kişilik olarak düşünülmelidir. Diğer yandan, bu “ben” olarak algıladığımız kişiliklerimizden tüm algılamayı yapan BEN hissi ise Tek olan RUH’tur.

Her an kendiliğinden ışık hızı altı bölgeye çöken ve bizim geçmişimiz olmuş veya geleceğimiz olarak addettiğimiz uzay&zaman dilimleri ışık hızında veya derinliğine/boyutlarına göre ışık hızı ötesi takyonik hızlarla titreşen çok boyutlu RUH uzayında ses-görüntü, yaptıklarımız/ettiklerimiz olarak değil suretsiz-şekilsiz olasılık dalgaları olarak kayıtlıdır. Hiçbir uzay katında (örn. Levh-i Mahfuz’da) “Ahmet şu işi, Mehmet bunu yapacak” diye bir kayıt bulunmaz. Kayıtlı olan kuantların titreşim şekli, yönü veya şiddetidir (Ve hatta, gerçekte kuantlar dâhi olmayıp bu enerji taneciklerinin de daha derin boyutlarında, kuantik olmayan esîri/melekî/soyut güçlerdir). Bizlerin amelleri bu kuantların hareketlerinin çok sonraki ürünleri oluyor.

takyon-olasilik-dalgasi

Varlığımızı RUH’tan aldığımız için RUH’un geçici olmayan, saf özelliklerine yaklaştıkça, yâni “ben”i saflaştırdıkça, olasılık dalgalarını da DUA dediğimiz yaratışımızla yönlendirebilir, kaderimizi etkileyebiliriz.

Saflaşmak, zihni ışık hızı altı madde&zaman hissinden arındırıp ışık hızına ve ötesine çıkartmak ve egosuz farkındalığa ulaştırmaktır. Zihin burada ne doğmuş olur, ne de ölecek olur. Çünkü zaman yoktur, AN vardır.

Işık hızı altı bölgede “geçmiş-şimdi-gelecek” vardır. Bu Rabbin indinde zaman, “an”ların zamlanmasıdır. Işık hızında zaman yoktur, AN vardır (AN≠ an) ve o da Rabbin katıdır.

AN ve “an” aynı şeyler değildirler. “an”lar zamanı oluşturur; ama zaman AN’dadır. AN, zamana yukarıdan (!) bakar.

“AN”, geçmiş-şimdi-geleceklerin toplamı değildir. Yaşamak bir “süreci” ifâde ettiğinden “AN” için geçerli bir kelime değildir. AN’ı, Gelecek ile Geçmiş arasındaki ve geçmişi-geleceği hatırlatan bir “Şimdi”den ziyâde, geçmiş ve geleceği olmayan GENİŞ, genleşmiş, yekpare bir ŞİMDİ hâli olarak tarif edebiliriz.

“AN”dan tatmış olan kişi ne kendini ve kendini bir “şey” olarak görür, ne de bir başkasını ve “bir şey” olarak görür. Çünkü varlık bu hâlde bölünmemiştir. Bölünmediği için “Saf Farkındalık” olarak HUZUR tadılır.

“AN”dan tatmış olan kişi, dünyaya indiğinde, geçmiş ve geleceği olan; ama bunlara takılmadan “an”ı, “şimdiyi” ve bunların güzelliklerinde yaşama oranını artırandır.

AN, Tohumdur; kökün, gövdenin, fidanın, ağacın ve meyvenin, yâni gelişim “an”larının kaydıdır, yazgısıdır. Tohum SU ile etkileşti mi açılır, kendini/kendindekini seyreder.

Zihin AN’a ışık hızı altında bakarsa Zam-an olur; Zamana Işık hızında bakarsa AN olur.

isik-hizi-uzay-zaman-an-dehr

21.09.2011 – Yanlış/Eksik algılanmaması için yazıya küçük bir not:

Bilimin verileri bizlere ışık hızında AN kavramının kaldığını söylemektedir. Işık hızı AN’ı (Kur’ãn’daki bin yıllık yol ifâdesi), tasavvuftaki DEHR değildir! DEHR, ışık hızının sonsuz katı (Kur’ãn’daki elli bin yıllık yol ifâdesi), RUH’un en derin (?) katmanındaki (?) durumudur.

Uzay-Zaman ve Zihin Bilmecesi” hakkında 16 yorum

  1. An = Şimdi tarifiniz çok güzel oldu…Hedef on ikiyi tuttu…
    Suretsiz şekilsiz dalgalar arası geçimi bir zaman bağlamak ”Geçmiş”…Bir zamana gitmek ”Şu an ve gelecek…
    Hayat ve ”İnsanlar boyutunda çoğaltmak ”Tek ‘e inmek ancak ”Çok ” ‘a varmak …
    Neticede ” An’ ı yaşamak …Mutluluğa gark olmak ve tüm zamanları gerçek an be an yaşamak…
    Sevgi veya mutluluk haznesinin yıllarca sürmesini yaşamak…
    ” Sahip ” olanın An ‘ı yaşatması …Baki olanın hediyesi…
    Arzu her an o an ‘ı yaşamak…
    İdrak ettin se ne mutlu…Yolun açık olsun…
    An ‘ı zemine oturtmamak gerek…
    Boş zemin ”Bilinmeyen” Ezelde var olan ” …Son ve Baş yok…Şimdi ise Kudreti ilahi…
    ”Alemler” arası geçiş aynı yer ve aynı zaman ”Bize göre ” …
    Baki’ ye göre yorum bizi aşar…
    Son olur şimdi…
    Simdi olur son…
    Başlangıç olur nihayet…
    Levh-i mahfuz gerçek yazan bildirene göre ”yazdıran ‘a göre” ”Kalam ‘e ” hiç bir şey…
    Alan ve yaşayana göre her şey…
    Uygulayana göre ise ”Emir ”.
    Selamlar…

  2. Eksik algılanmaması için yazıya küçük bir not:

    Bilimin verileri bizlere ışık hızında AN kavramının kaldığını söylemektedir. Işık hızı AN’ı (Kur’ãn’daki bin yıllık yol ifâdesi), tasavvuftaki DEHR değildir! DEHR, ışık hızının sonsuz katı (Kur’ãn’daki elli bin yıllık yol ifâdesi), RUH’un en derin (?) katmanındaki (?) durumdur.

  3. Gerçek bir an vardır ki o da Allah C.C. ‘ya ait olan bir AN…O bizi aşacak baki ve Allah C.C. nun bilgisi dahilinde olan AN dır..
    Diğer An ise biz kullara ”Yaratılan” ait olan andır…
    Haddimiz dahilinde olan An ‘dır…Bize göre her an ”Zaman” …Geçmiş ,şimdi,gelecek…
    Işık hızı bu olsa gerek … Sabit bir bu an da ” Şimdi” de geçmiş ve gelecek arasında gidip gelmek …coşku yaşamak mutluluğu yakalamak…Şu an ‘a geri dönmek…Geçici gidip gelmek ve yaşamak ”Bedenle ” Yaş’sal değişim yok…Mutluluk çok…
    Diğer An sonsuz ve hızının sonu yok ?… AN ‘dır…

  4. Ashab-ı Kehf ‘i okurken …
    BU an – O AN ‘ dan etkilenmiş ” Yaşatılıp aşırılmış – Bu an ‘ a dönüş yapılmış…
    Aynı vücudu ile seyahat ,aynı vücudu ile dönüş…
    Selamlar…

  5. Daha ileri gidelim mi ?
    Allah C.C. ”Dilerse sizin yerinize yenisini yaratırım-farkına dahi varamazsınız.” buyuruyor…
    Açalım :
    ” 4 kişilik bir aile seyahat yapıyor,A ‘dan B’ ye …
    Bir viraj ve bir kaza 50 m lik uçurumdan aşağıya düşmüşler…
    Netice Baba çıkıyor parçalanmış araçtan yara bere içinde , bakıyor kimse yok etrafta her yeri yara bere içinde siliyor yüzünü eliyle …
    Büyük oğlu sesleniyor kenarda bulunan küçük bir toprak tepeciğin den… ”Baba kardeşim araç ‘ ın altında… Annem ise aha şurada Allah C.C. aldı onu yanına gösteriyor 20 m öteyi…
    Baba bakıyor büyük oğul yarasız beresiz tertemiz duruyor orada ,bakıyor araç altına küçük oğul orada yatıyor yaralı…
    Koşuyor ileri Anne rahmetli ilerdeki çukurda …
    İDRAK ve İbret …
    Büyük oğul yarasız beresiz sağlam…
    Kaza bitti Ölüm gerçekleşti ama kader…süre bitmedi yaşasın…Karar dönsün sağlam devam etsin yaşamaya Yarasız ve beresiz dimdik hayatta …
    Buyurun düşünün anlayabilirseniz …Anlayın …
    Yaşanan an be an Ashab-ı Kehf ‘ değilde nedir,selamlar…

  6. ALLAH C.C.
    AN’ ın sahibi
    ……………………………………………………..
    An
    İNSAN + Zaman +Mekan içinde = HAYAT= = 0
    ………………………………………………………………………………………………
    AN + ( 0 ) ”An+İNSAN + Zaman + Mekan ” = ? ”ALLAH C.C bilgi ve indinde.
    ………………………………………………………………………………………………
    An
    İNSAN + Zaman + Mekan = HAYAT =

    Sanki var.?

  7. ashab-ı kehf olayı ve kehf olayı gibi yaşanmış kaza hep gerçek.
    zaman ( geçmiş ile gelecek) an ise geçmiş ile gelecegin temas noktası.

  8. Dua dediğimiz yaratılışımızla olasılıkları ve dolayısıyla kaderimizi etkileyebiliriz, demişsiniz. Yaratılışımızın dua oluşunu açıklarmısınız? İnsanın saflaştıkça kaderini etkilemesinin sınırı var mdır? Eğer insanın kaderini etkilemesi evren için de bu söz konusu mudur?

  9. Oradaki kelime Yaratılış değil, “yaratış”, yani dua, özümüzün bizden beliren yaratma gücü(müz)dür anlamında.. İnsan arındıkça, takdir eden ve edilen ikiliğinden kurtulur, özünün belirişi (alt boyutun bakış açısıyla) daha “özgür” bir şekilde tecelli eder.

  10. bahsettiğiniz gibi … bu dünya anlarla dolu,eğer dünyada anlar olmasaydı zamandan bahsedemezdik,eğer ışık hızıyla düşünseydik zaman olmazdı.yani bu dünya için ayıracak zamanımızda olmazdı.
    uzaydaki zamanı ölçmeye kalksak ne olurdu.bunu çok merak ediyorum.
    bu konuda ne düşünüyorsunuz.lütfen bana email atın.

  11. An veya zaman kavramı dünya ile ilgili değil İsmail Bey.. Uzay ile ayrılmaz bir bütün.. Bu nedenle Uzay-zaman bütünlüğü denilmekte.

    Uzayda çekim kuvveti çok az olduğundan doğal olarak zamanın akma hızı da daha fazla olacaktır. :) Uzaya çıkan astronotlarla yapılan hassas deneylerde bu gözlemlenmiş. Kütle arttıkça, dünya gibi zaman yavaşlar. Karadelikler gibi aşırı çekim şokunun yaşandığın yerlerde ise zaman duracak noktaya gelir, çünkü uzayda o aşırılıkta eğrilmekte ve tekillik denilen bir duruma dönüşmekte.

  12. Hiçbir uzay katında (örn. Levh-i Mahfuz’da)“Ahmet şu işi, Mehmet bu yapacak”diye bir kayıt yoktur. Kayıtlı olan kuantların titreşim şekli, yönü veya şiddetidir (Ve hatta kuantlar dâhi olmayıp bu enerji taneciklerinin de daha derinliklerindeki melekî güçlerdir). Bizlerin amelleri bu kuantların hareketlerinin çok sonraki ürünleridir. Bu kısmı biraz daha açıklar mısınız ? Bizim özgür irademiz var mı yok mu bütün irade meleki güçlerde mi ?

    1. Merhaba Bilal,

      “Özgür irade”, üzerinde ortak bir tanımın yapılamadığı problemli bir ifade.

      Ontolojik/Varoluşsal anlamda, her eylem ardında “belirli bir neden/etken/motivasyon/içgüdü/dürtü” sonucu gerçekleştiğinden, yani “determinist” sistemler (etki-tepki/neden-sonuç prensibi) süreçte yer aldığından, yani önceden belirleyici faktörlerden ötürü “Özgürlük içermeyecektir”.
      “neden/etken/motivasyon/içgüdü/dürtü” ye bağ(ım)lı “Özgür İrade” olmaz.

      Örneğin, “X” eyleminin gerçekleşmesindeki etken mecburen –örneğin- “Z” olacaktır. “X” eyleminin nedeni olarak, “Y” de “özgürce” seçilebilirdi dersek; bu sefer de neden “Z” değil de “Y” sorusu sorulacak ve cevap “Y”’nin nedeni de –örneğin- “A” olacaktır. Etkenlerden bir tanesi muhakkak daha iç/önceki nedenlerden dolayı “ağır” basacaktır.

      Bu tanım itibariyle, mantıksal açıdan “irade”nin, evrenin hangi katmanında olursa olsun “özgür” olarak nitelenmesi olası gözükmüyor.

      Eylem, kuantum süreçlerindeki gibi “nedensiz” gerçekleşiyorsa, bu durumda da zâten “Rastgele” olarak adlandırılacaktır. Örnekten gidersek; “Z” yerine nedensiz olarak “Y”’nin özgürce seçiminden bahsedilemez. “Etken/Neden” olmadığı için “Seçim” “Rastgele” olacaktır.

      Ama bizler sosyal anlamda göreceli olarak özgür veya özgürleşen iradelerden bahsedebiliriz, pratiklik açısından.

      Din “özgür irade” var mı yok mu, bunun “felsefi” veya “bilimsel” tartışmasıyla ilgilenmiyor. O pratikte yararı, anlamlı olanı bizlere sunuyor [örn. Vahyin muhatap olduğu ilk çevreye devedeki yaratılıştan bahsetmesi gibi.. Pratik ve makul olan da deveden bahsetmesidir, penguenlerden değil, gibi..].

      Kur’an baştan sona özgür irademiz varmış gibi açıklamalar yapar, çünkü bizler özgür irademiz varmış gibi hissediyor ve yaşıyoruz.

      Kader = Program, imtihan, irade kavramlarıyla işaret edilmek istenen,
      kişinin topluma ve genetiğinin oluşturduğu program > ego ile mi, yani özgür iradesiz ;
      yoksa BİREY olarak KENDİ yazdığı program > Şuur-İman/Özgür iradesi ile mi kendine yön verdiğinin meselesidir!

    1. Yazının sahibi ne der bilemem ama,Mağara olarak tasvir okunan Derin Tefekkür yolculuğunda karşılaşacağını sezdiği maniler pek çetin göründüğünden,Zannındaki kendisinin,EGOsunun ölümünü YOK olmak sandığından, BIREY OLmak yükünü sırtlanıp KENDisi olmak zorunda olmak pek müşkül göründüğünden hâlâ korkunçtur yolcuya mağarası sanırım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir